Ahşabın kurdu
Hope - Umut Frank Holl |
Oysa Rıza bu kararı verirken Gül’ü düşünmüştü. Silvan’da kalsalar, saçının teline kıyamadığı karısının üstüne kuma getirmesi gerekecekti. Erkek doğuramayan Gül’dü Anası demişti; giderlerse gitsinlerdi iki kızla ağalık mı devam ederdi?
Üç yaşındaki Ayşe, bir yaşındaki Fatma, henüz ondokuzundaki Gül ve yirmi ikisindeki Rıza çıkış o çıkış gelmişlerdi İstanbul’a. Bir koyana beş veren koca memleket masallarına inanmış, bu ırak diyarı yeri yurdu kabul etmişti. Ama Gül haklı çıkmıştı.
Elini masaya uzattı Rıza. Pürüzlü dokuyu sadece parmaklarının ucunda değil, ruhunun en derin köşesinde de hissetti. Hayatı da tıpkı bu masa gibi yıpranmıştı... Ahşabı istila eden tahta kurtlarının açtığı delikler gibi delik deşik olmuştu ruhu.
Daldığı düşüncelerden dışarıdan gelen darbuka sesiyle uzaklaştı. Çingenelerin yaşadığı bu semtte olağandı darbuka sesleri. Neşeli insanlardı ama Gül onlarla birarada yaşamaya da öfkelenirdi. Hiç bitmemişti Rıza’ya öfkesi...
İki kızı da anneleri gibi bitmez tükenmez bir öfke duyarlardı babalarına. Ama en küçük kızı Leyla, onlara İstanbul’un hediyesi, başkaydı... Babasını çok severdi.
Şimdi Rıza ve Leyla ne kadar istemeseler de evleri gidiyordu ellerinden. Ayşe, Fatma ve kocaları bir olmuş, vermişlerdi yuvalarını müteahhide...
Ağzı kurudu Rıza’nın. Silvanlı Rıza Ağa, yurtsuz yuvasız kalıyordu, taşı toprağı altın İstanbul’da...
Yorumlar
Yorum Gönder