Çavdar sarısı...



Tarlanın ortasında, ayakta duruyordu Kaymakam... Rüzgarda salınan çavdarların sesini dinliyordu, uzaklara dalmıştı gözleri... Yüzünü yalayıp geçen esinti ile memleketinin yemyeşil dağlarına aktı gitti düşünceleri.













“Yıl 1920
Ve Arhaveli İsmail’in hikayesi
Ateşi ve ihaneti gördük...
... Dümende ve başaltlarında insanları vardı ki
bunlar
eğri burunlu ve konuşmayı şehvetle seven insanlardı ki
sırtı lacivert hamsilerin ve mısır ekmeğinin zaferi için 
hiç kimseden hiçbir şey beklemeksizin bir şarkı söyler gibi ölebilirdiler” diye büyük Usta Nazım’ın Kuvayı Milliye Destanında yer bulan Karadenizin bir evladıydı Kaymakam...
Memleketindeki anılarına dalarak hasretle boşluğa odaklanan gözlerinin önünden aniden ve hızla geçen bir kuşun kanat çırpışıyla yeniden yulaf tarlasının ortasında kendini buluverdi... Çocukluğunun dik yamaçlı yemyeşil dağlarla çevrili manzarası çok uzak bir anıydı artık... Anılardan ilk görev yeri olan İç Anadolunun bu küçük kasabasının sonsuz sarı boşluğuna dönüverdi düşünceleri de kendisi gibi... 
Sapsarı bir boşluğun ortasında etrafı üzerinde çarpı işaretleri ile “Olay yeri girilmez” yazılı şeritlerle çevrili o karanlık görüntüye baktı yeniden... Kim yapmış olabilirdi küçücük, masum bir çocuğa bu kötülüğü. Bu tarlaların içinde neşe ile koşarken saçları rüzgarda savrulması gereken bu küçük kız, yerde uzanmış yatıyordu... Çavdarlar gibi sarı saçları rüzgarda dalgalanıyordu. İçini derin bir acı kapladı Kaymakamın... Haykırmak istedi öfkesi, üzüntüsü rüzgara karışsın diye... Ama sımsıkı kapattı dudaklarını, tıpkı sıktığı yumrukları gibi... 


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Her ayrılık bir "Veda"yı hak eder...

Kalplerin Kraliçesi Babaanne oldu... (Bölüm 6)