Hepimiz birer Jack'iz...

Zor iştir oyuncu olmak... Kendinizden çıkıp yazarın yazdığı insanı hatta bazen hayvanı ve belki de bir eşyayı oynamanız gerekir... Oynamanız da yetmez üstelik, oynadığınız her kimse veya neyse o olduğunuza izleyeni ikna etmeniz gerekir... Kimi zaman güldürmeniz, kimi zaman ağlatmanız beklenir karşınızdaki seyirciyi ve hatta düşündürmeniz, hissettirmeniz. Zor iştir oyuncu olmak... Hasta da olsanız, ateşiniz de çıksa can gelmesi gerekir şovun devamı için, sesiniz kısılsa bile sahnede en tok haliyle tınısı ulaşmalıdır seyirciye, evde sevenleriniz beklerken sahnede seyirciyle buluşmalısınızdır... Zor iştir oyuncu olmak... Sizi sahnenizden ayırmak isteyenlerin olduğu bir dünyada...

Ben onun ta ikimiz de küçük birer kız çocuğuyken sahnede başrollerde izlediğim günlerden hayranıyımdır. Annesi Tomris Teyzeden (Nam-ı değer Tommy'den) ve babası Nusret Amca'dan aldığı o harikulade genlerinden midir nedendir bilmem Şirin hep sahnenin en başrolüne yakışmıştır benim gözümde. Neşesiyle, adı gibi Şirin mi şirin gülümsemesiyle, heyecanıyla benim taaa ilk okul 4'den bu yana sınıf arkadaşımdır o. 

Üniversite bizi ayrı düşürmüş de olsa birbirimizden ne mutlu ki Marc Zuckerberg facebook'u kurmayı akıl etti de buluştuk yeniden. Yoksa ben onu yine uzaktan uzaktan takip eder bilirdim Adana Devlet Tiyatrosunda oynadığını, sonra yine Ankara'ya döndüğünü. Ve gururdan kabarırdı koltuklarım pofur pofur olurlardı annemin yaptığı "ponpon pastalar" gibi.

Jake ve aklındaki kadınlar...

İşte şimdi biz ne zaman onun oyununu izlesek sahnede olan tüm oyuncular bir kenara Şirin Çetinel Giobbi'm bir kenaradır benim için. Onu alkışlarım hep... Hani ayakta alkışlamak isteriz de Şirin bizi ayakta görünce heyecan yapıp oyuncu arkadaşlarının ayağına basıyor diye kendimizi zor tutuyoruz.

İşte bu cuma günü biricik Şirin'imizin son oyununa gittik... "Son" dediysem "yeni" anlamında kullanıyorum. Dilerim politikacılarımız büyük bir yanlışın eşiğinden döner de Devlet Tiyatrolarını kurdukları darağacında idam etmezler. 

Aklımdaki Kadınlar Neil Simon'un yazdığı, kendi hayatından da esintiler taşıyan bir eseri... Oynaması kadar izlemesi de zorlu bir eser olacak ki yıllar önce ilk kez sahnelendiğinde Neil Simon'u hayal kırıklığına uğratmış seyircinin ilgisizliği. Ama aslında bence çok güzel yazılmış bir eser çünkü gerçekten de oyunu izlediğinde kendinden birşey bulmayacak çok nadir insan vardır. (ki o nadir insanlardan biri de ne şanslıyım ki benim sevgili arkadaşım Burçak'tır). Ebru, Başak, Burçak ve ben Şirin'i izlemenin heyecanını taşırken bir yandan, Burçak dışında, sorunlu ilişkiler yaşayan, takıntıları içinde boğulan, hayallerinde mutluluğu arayan ve hayatındaki kadınlarla, kız kardeşi, psikiyatristi, eski karısı, yeni karısı, sevgilisi, kızı ile kurduğu hayalindeki diyaloglarda kendince düzgün ilişkileri yaşamayı başarabilen ve oradaki varlığına güvenen yazar Jake'in hikayesi hepimizin kalbine bir yerlerden dokunmuş olacak ki gözyaşlarımız kapıdan gösteriverdiler kendilerini. Mesela ben Jake'in kızı Mollie'nin küçük ve genç kız hallerine sarıldığı ilk perdenin son sahnesinde boğuldum gözyaşlarıma...Burçak ise sadece bir an o da okkalı bir "haydi oradan" dedi Jake'e, ki o da haketmedi değil... Elindekileri unutup geçmişe veya elinde olmayanlara bağlanma tutkusu, gerçeklerden kaçıp hayallere sığınması ve hayatındaki herkesi kendi istediği kalıba sokmaya çalışması, mutsuzluğa, yalnızlığa kendini mahkum ederken bunu kendisine başkalarının yaptığını sanması... "Aslında hepimiz birer Jack değil miyiz?" dedirtti bize... Ne güzel bir savunma mekanizmasıdır o en mutsuz anında geçmişten gelen mutlu günlerin hayaline dalarak gülümseyebilmek, mantıksız olduğunu düşünseniz bile hayallerinizdeki bir arkadaşınızın onayını almak ve hatta bazen onunla dakikalarca sohbet etmek... Giden sevgiliye hiç soramadığın soruların cevabını aramak hatta bazen almak kendi kendine sorduğun sorularda... 


Oyunun ardından yine sımsıcak bir sohbette buluşan ekibimizin misafir sanatçıları da vardı; oyunda herbiri çok güzel performanslar sergileyen Zeynep Ekin Öner, Pınar Gün ve Özge Mirzali ile de bir araya gelmiş olduk. Ne yazık ki keyifsiz konuları konuştuğumuz ama öte yandan da konusuna rağmen keyifli bir sohbet oldu. Sohbetimizin konusunun büyük bir bölümünü devlet tiyatrolarının akıbeti oluşturunca mutlaka izleyin oyunu diyemiyorum size zira bu sezon bitiyor, gelecek sezon sahneler kapanmazsa izleyin mutlaka demekten fazlasını yapamıyorum ne yazık ki...

Ama neyi dilediğimi, neyi istediğimi çok iyi biliyorum... Ben Şirin'i taa 9-10 yaşlarımdan beri sahnede izliyorum... Ve onu bir ömür boyu daha izlemek istiyorum orada... Çocuklarımı, torunlarımı Şirin Teyzelerinin oyununa götürmek istiyorum... Antonio'cuğum hep burada kalsın, o güzel yüzü ve annesinin Şirin gözleri hep gülümseme ve mutluluk dolu olsun istiyorum.

Çünkü biliyorum hiç kolay değildir oyuncu olmak... Yılları emekle nakşedip o sahnede rolünü yapmak... Nelerden vazgeçilir orada olmak için... Provalar nedeniyle dostlarla çıkılacak seyahatlerden mesela... Repliklere çalışmak için gece uykularından ya da... Çocuğunun doğum günlerinden, okul müsamerelerinden... Hatta belki de hastalıklarında yanında olmaktan... Kolay değildir oyuncu olmak... O sahnenin tozunu yutmak... Ve biliniz ki hayat damarı kopacak ülkede en büyük ölümdür o sahneler karardığında gelecekten olmak...

Yorumlar

  1. Güzel bir yazı süper bir yorum olmuş prenses...
    Sehpa kurulmuş inceden inceye sadece devlet tiyatroları değil.Orkestralarda ki yaz etkinlikleri bir bir iptal ettiriliyor...
    Sehpalar bir gün tersinede kurulacak...

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Her ayrılık bir "Veda"yı hak eder...

Kalplerin Kraliçesi Babaanne oldu... (Bölüm 6)