Sahnede 1000'ler...

30. Ankara Müzik Festivali'nin kapanışı harikulade ama bir o kadar zor bir eserle yapıldı. Mahler'in 1000'ler Senfonisiyle... Sahnede yaklaşık 500 sanatçı ve yaklaşık 3000 seyirci eşliğinde... Bir çok ünlü isim bizimle birlikte izledi bu sıradışı konseri... Gazeteciler... Politikacılar...


Çalması, söylemesi kadar dinlemesi zor bir eser de diyebiliriz Mahler'in 8. Senfonisine... İlk kez çalındığında 1000 kişi tarafından dinlendiği için adına 1000'ler senfonisi de denen bu eseri öyle bir çırpıda dinleyemiyorsunuz. İnişleri çıkışları, durağan akışı, sürprizleri (mesela seyircinin arasında çalmaya başlayan trambonlar, trompetler gibi) ile eser sizi çok farklı diyarlara götürebileceği gibi eğer bir anda sarmalayamazsa salonun dışına çıkmayı da hayal ettirebilir türden. Bunu neden mi söylüyorum 5 kişi izledik 3'ümüz hayatımızdan memnunken 2'miz belki yorgun biten bir günün ardından hayatının en büyük eziyetlerinden birine maruz kalmış gibiydi. 

Hayatından memnunlar arasında olan bendeniz müziğin beni götürdüğü yerleri seviyorum... Kimi zaman yemyeşil çayırlara, kimi zaman çiçek tarlalarına, kimi zaman hüzünlü bir sonbahara, kimi zaman sevgilimin kollarına (tabii hayali...gerçeği olduğu an zaten yanımda olacak onun elini tutacağım hayallerime dalarken: ki bu da bir hayal şu an) ve kimi zaman da savaşlara, yokluğa, özgür ama güçlü dünlere, mutlu ve umutlu yarınlara...

Ne zaman bir orkestrayı izlesem aklıma hep bir arada çalışıp, görevlerini yerine getirerek ortaya bir ürün koyan fabrika işçileri gelir ya da makinayı çalıştıran dişliler... Orkestralar eserleri seslendiren müzik fabrikasının dişlileri, işçileri gibi gelir bana. Her nota, beni gerçekliğimden alır, uzaklara, farklı diyarlara, farklı diyarlara götürür... Mesela Mahler'in 1000'ler senfonisini dinlerken bir Ortaçağ kasabasında yaşayan evinin işlerini yapan, yemeğini pişiren kadına dönüşüverdim birden... Fakir ama mutlu yuvamda eşime, çocuklarıma yemek hazırlama telaşında bir yandan da çamaşırları asarken bir anda kasabamızı basan askerlerin yağmasından kaçmaya çalıştığım bir koşuşmaca içinde buldum kendimi... Kafamın içinde ayrı bir dünya oluştu müzik kulağımdan içeri girerken. 

Öyle büyük keyif alıyorum ki bu seyahatlerimden keşke diyorum keşke şu ülkede herkes benim gibi keyif alabilse bunları dinlemekten. Bu müzik denizinde yıkanabilse keşke. Belki o zaman daha güzel bakılabilir yarınlara ve daha umutlu... 

O akşam Şef Işın Metin'in yönetiminde bizlere müzik ziyafeti çeken Bilkent Senfoni Orkestrası, Wraclow Filarmoni Korosu (Polonya), Lizbon ESML Korosu (Portekiz), Bilkent Çocuk Korosu ve solistler Nancy Weissbach, Burcu Uyar, Klara Ek, Allison Cooke, Isabel Vera, Ünüşan Kuloğlu, Karsten Meeves ve Tuncay Kurtoğlu'nun herbirini ayrı ayrı dakikalarca ayakta alkışlayabilirim. Çünkü bu insanları dinlediğinizde "müzisyen, sanatçı,şarkıcı" deyip de alkış tutulanların kim oldukları gerçekten anlamsız kalacaktır. 

Onları dinlemek fastfood tüketimi gibiyken, işte bu gerçek sanatçılar, müzisyenleri dinlemek bir restaurantta yavaş yavaş ve tadına vararak yemek yemek gibidir. Besleyici ve doyurucu...



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kalplerin Kraliçesi Babaanne oldu... (Bölüm 6)

Bir küçük cadı...