AB'nin ama daha önemlisi çikolatanın başkenti...

Dünyayı gezmeyi çok seviyorum. Yeni yerler görmek, yeni kültürleri tanımak, yeni tatları denemek en sevdiğim şeyler listesinde üst sıralarda yer alır. Ama farklı yerleri görmeyi sevdiğim kadar bugüne kadar gezdiğim yerlerden keyif aldığım ve bir kez daha görsem dediğim yer nadirdir. İşte onlar Moskova, St. Petersburg, Berlin, Roma, Prag ve tabii ki Brüksel'dir. Ne çok istediysem bu şehirler arasında da işim dolayısıyla en çok gittiğim de Brüksel'dir. 



O yüzden bugün bir kısmı arşivden olmak üzere bazı fotoğraflarla Brüksel'e seyahat edelim hep birlikte.  Diğer Avrupa şehirlerinden çok da farklı değildir Brüksel. Onlar gibi düzenli, onlar gibi temizdir. Ama turistik şehirler gibi de değildir. Avrupa'nın Başkenti olması dolayısıyla biraz Ankara havası vardır Brüksel'in... Sessiz ve sakindir çoğunlukla, AB'nin memur şehridir de diyebiliriz. O yüzden bir Amsterdam geceleri veya Roma eğlenceleri hayal ederek giderseniz o hayallerinizin fena şekilde yıkılacağını söyleyeyim şimdiden. Daha sakin bir rotadır Brüksel. O yüzden de çok fazla zamanınızı almaz gezilecek, görülecek yerlerini görmek. Ama eğer çikolata aşığı iseniz işte o zaman tam da yerindesiniz. Dünyanın çikolata söz konusu olduğunda kalbinin attığı yerdir Belçika ve tabii ki Brüksel. Türlü çeşitli çikolatalar, şekerlemeler insanın aklını başından alır, diyetini miyetini katleder.  Ki hemen bir tavsiye ile başlayayım, harika şekerlemeler ve müthiş dizayn edilmiş bir dükkan görmek istiyorsanız. Hemen Grand Place'ın (Grote Markt-Büyük Meydan) yanındaki sokakta yer alan La Cure Gourmande'ı ziyaret edin. Bu sevimli dükkana Brüksel'e her gidişimde uğrarım. Tereyağlı şekerlemelerine ve bademli çikolatalarına bayılırım. Dükkanın sırf dizaynı bile insanı mutlu etmeye yeter bir sevimlilikte. Uğramadan geçmeyin derim. Aslında bir Fransız firması olan bu şekerlemeciden devam ederseniz bir çok yerli çikolata firmasına da rastlarsınız. Artık Türklerin olan Godiva ise bence Leonidas'tan geride bir lezzete sahip. Leonidas'ın truffe çikolatalarından da bir kutu mutlaka alın. 



Hazır Grand Place'dan bahsetmişken biraz da bu güzel meydanı anlatayım. Şehrin hareketli merkezidir Grand Place. Büyük meydanın etrafını tarihi binalar çevirmektedir. Aynı zamanda ünlü Belçika Birasını  tadabileceğiniz barlar da meydanın kenarında yer almaktadır. Hatta Karl Marx'ın Das Kapital'in bazı bölümlerini buradaki bir cafede yazdığı da rivayet olunmaktadır. Her yıl bahar aylarında meydanın ortası çiçekten bir halıyla kaplanmaktadır. Ben ne yazık ki bu festivale hiç denk gelemedim. Ama dilerim bir kez de olsa o çiçekten halının meydana yaydığı mis kokuları yakından koklayabilirim.  Meydanın etrafı alışveriş yapabileceğiniz hediyelik eşya satıcıları ve Belçika'nın ünlü dantelciler ve goblencilerle doludur. Hemen meydanın yanıbaşındaki goblencide bir Türk çalışmaktadır. Giderseniz benim de selamımı söyleyin. Tabii hatırlaması için biraz hafızayı zorlaması gerek, yastıklardan ve özellikle köpekli olanlardan kendini alamayan sarışın hatun derseniz belki çıkartır. 


Grand Place ile ilgili benim en acı hatıralarım olarak, soğuk bir Kasım günü, toplantı boyunca giydiğim topuklu ayakkabı yüzünden mahvolan ayaklarım, ve onları rahatlatmak için heyet meydanı da gezerken Arnavut kaldırımlı meydanda ayakkabılarımı çıkarıp çıplak ayakla gezmek zorunda kaldığım dakikalarda hafızama yer etmiştir. Neyse ki buz gibi bir Belçika birası acılarıma ilaç olmuştur. 
Otele döndüğümde ayaklarımın sokağın kiri pisi ile zift gibi olduğunu söylememe gerek yok sanırım ama buz gibi bir akşamda bile ayakkabıların içinde ateş olmuş yanan zavallı minik ayaklarımın ateşi ancak sönmüştü. 


Ay ne rezaletti aynı gün tüm gün boyunca AB Parlamentosunda çok önemli bir toplantımız vardı. Bakan düzeyinde konuşmacı konuklarımızı ağırlarken ben perişan olmuştum. İkili görüşmeler yapılırken bizim Bakanın korumalarının da yanında, görüşmelerin yapıldığı odanın kapısında AB Parlamentosunda dayanamayıp ayakkabılarımı çıkarıp dinlenmeye çalışmama rağmen, Brüksel sokaklarında da çıplak ayakla dolaşmak zorunda kalmıştım. Adım atarken istemsiz bir şekilde gözümden yaşlar geliyordu, çare yoktu ayakkabılar çıkacaktı. Ben öyle absürd bir görüntüyle gezerken bile bir Allahın kulu bakmamıştı. İşte bu yönüyle de severim ben Avrupa'yı ister çıplak gez, ister baştan aşağı kapalı kimse dönüp sana bakmaz, aldırmaz. 

Kusurlu şaheser :)


Gelelim yine Meydana... Meydana geldiğinizde arkanızı bira içebileceğiniz barlara verdiğinizde hemen karşınızdaki kocaman ve muhteşem bina sizi büyüler. Ama yooo durun öyle hemen büyülenmeyin. O bina kusurlu olduğu için mimarı inşaatı bitirince intihar etmiş. Dikkatlice bakmadığınız sürece göremeyeceğiniz bu kusur yarattığı şahesere rağmen utanç kaynağı olmuş mimara ve çıkmış kuleye atmış kendini aşağıya. Kusur ne mi? Şimdi kuleye dikkatlice bakın ve bakarken yavaş yavaş başınızı aşağıya doğru indirin taa ki kapıya kadar. İşte kapıda simetriyi tutturamamış bizim mimar gördünüz mü?  Bir de binanın sağı ile solu aynı uzunlukta değil ama ben kusur bu sanırken uzun yıllar orada yaşamış bir dostum bana asıl kusurun bu asimetri olduğunu açıkladı. Dikkatli bakınca görülmeyecek gibi değil gerçekten.




Minicik bir heykel olsa da büyük bir ilgi odağı
Meydandan devam edersek, bu bina karşınızda iken tam solda meydanın çıkışında Brüksel Hard Rock Cafe'yi görürsünüz. Size tarif ettiğim çikolatacılar ise bu binanın tam karşısından sağa doğru gittiğinizde çıkacak karşınıza. Bu binanın yanıbaşındaki sokağı takip ederseniz de ünlü Manneken Piss yani İşiyen Çocuk Heykelini göreceksiniz. Yılın önemli günlerinde özel kostümler de giydirilen bu 60 cm'lik minik oğlan heykeli birçok hediyelik eşyada da Brüksel'in simgesi olarak yer alıyor. Hatta çikolatası bile var.



Renk renk işeyen çocuk heykeli

Grand Place gidip bir görülesi, gezilesi, kalabalıklara karışılası bir yer. Ama unutmadan yine meydana açılan sokakların birind etarihi Leon restoranı var. Buraya mutlaka uğramalısınız. Dünyanın en lezzetli midyesi, karidesi ve patates kızartması ile ev yapımı birasını burada tadabilirsiniz. İlk gidişimizde bu çok özel restoranda yemek için oturduk. Ben yöresel bir lezzet olduğu için hiç düşünmeden kocaman siyah tencerede su, beyaz şarap, yeşil soğan ve baharatla kaynayan midye yemeğini istedim. Kibar garsonumuz bana kombo bir menü önerdi ben de onu dinledim. İyi ki de dinledim. Domatesin içinde özel soslu bir karışımla miniminnacık karidesli salatama, muhteşem patates kızartması ve beyaz bira eşlik etti. İnanın tencerenin içine parmaklarımı sokarak yedim midyeleri önce suyunu kaşıkla içip. Tencerenin dibni gördüğümde ise midem doymuş ama daha da yemek ister vaziyetteydi. Bu restoranda et isteyecekseniz mutlaka iyi pişmiş demelisiniz çünkü orta pişmiş bizim az pişmişimiz kıvamında geliyor haberiniz olsun.


Brüksel aslında müzeleriyle de gezilesi bir yer. Çikolata müzesi bile var. Ancak ben ne yazık ki toplantılar için apar topar gidip döndüğümden doya doya müzelerini gezme fırsatını bulamadım. Öte yandan karikatürlerin merkezi olan Brüksel'de Ten Ten'in müze-mağazasını gezme şansım oldu. hatta kendime 2 de çizgi romanını aldım Tenten'in. Şirinlerin de başkenti Brüksel. Burada yaratılan bu minik kahramanları waafle ve dondurma arabalarının üstünde görebilirsiniz. Onların da bir müze-mağazası varmış ama ben orayı da ne yazık ki göremedim.

Bu arabalardan mutlaka waffle yiyin. Dünyanın en güzel waffleları Brüksel'de çünkü bu tat da Belçika'nın bize bir armağanı.




Kral içerde kahve hazırlıyormuş geldim diye...
Brüksel'de de çok Türk kökenli göçmen yaşıyor. Bunların büyük bir çoğunlu da Afyonkarahisar'ın Emirdağ ilçesinden gelip yerleşmişler AB'nin başkentine. Türk mahallesinde bir de Türk Oteli var kalmak isterseniz adı Villa Royal. Aşırı lüks değil, ama temiz ve güvenilir bir otel. Meydana da, AB kurumlarına da yakın. Çok yakınından bir metro durağı geçiyor. O yüzden ulaşımı da çok rahat. Biz bir gün otelden çıkıp alışveriş yapmaya giderken önümüzden 1 motosiklet geçti yol açıyor gibiydi arkasından da bir Mercedes üzerinde fors takılı bir aaç ve arkasından da yine bir motosiklet geçti. Aracın içindeki adamı gördüm. Bana çok tanıdık geldi ama tabii yollar kapatılmadığı için kim olduğunu anlayamamışım. Otele döndüğümüzde bir baktım bizim arabadaki amcanın fotoğrafı otelde de asılı. Kimdir bu dedim Meğer Belçika Kralıymış. Adam o kadar sade bir şekilde geçti ki hani Belçika'nın Kralı gelse tanımam desem, başım ağırmaz, yalan söylemiş olmam... 


Zaten o kadar komik ki biz AB merkezinde (AB Kurumlarının olduğu bölgeye böyle demek mümkün sanırım) yapılan toplantıdan çıkıp yürüyerek otelimize dönerken bastıran yağmurdan kaçarken kocaman bir kemerin altından geçtik. Sonra orayı çok beğendik diye güneş açınca döndük. Kocaman bir bina vardı ben beğendim diye önünde fotoğraf çektirdim. Bahçeyi çevreleyen betonlara dahi oturdum da bir allahın kulu gelip "hmşerim napıyorsun?" demedi, oysa demeliydi çünkü meğer ben sadece kralı değil sarayını da tanımazmışım bunu anladık. 


Atomium


Brüksel'de görülesi yerlerden biri de Atomium... Bu değişik yapı dünya fuarı için inşa edilmiş. Ne yazık ki benim burayı da görmem kısmet olmadı bir türlü. Belki bir dahaki sefere. Turistlerin ilgi odağı olan Atomium için o yüzden söyleyecek pek bir lafım yok. En son Sofitel Le Louise Otelinde kalırken yaptığım bir sabah yürüyüşünde kendisini epeyce uzaktan panoramik bir şehir fotoğrafı gibi görmüşlüğüm var.




Sofitel Le Louise
Su Barı-Lobi


Bu arada eğer lüks bir otelde kalmak istiyorsanız Sofitel Le Louise tam da bunun için ideal lobideki yazın aromalı soğuk su kışın da aramolı sımsıcak çaylarıyla sizi karşılayan otel benim Avrupa'daki favori listemde top sırada yer alıyor.  Le Louise Caddesi de ünlü markalara ev sahipliği yapıyor. AB kurumlarına yürüme 15 dakika mesafesindeki otelde odalar süper konforlu.






Brugge'de bir binanın girişi

Son olarak benden 2 tavsiye, Brüksel'e gelmişken tarihi Brugge kentine de mutlaka gidin, gitmişken de tam trenden indiğinizde şehre girerken kurulan açık pazarda benim için de bir üzüm şekeri yiyin. O kadar lezzetlydi ki alıp kardeşime de getirmeye kalktım ama 2 gün dayanamadı. Bizim elma şekerine benzeyen ama üzümün üstüne yine üzümün suyundan kaplanan bir şeker, tadı hala damağımdadır. Brugge'den bir de aklımda kalan masal bir şehir olduğudur, Ortaçağ Masallarının içinde gibisinizdir, bir de unutmadan, dünyanın en komik çikolataları da buradadır, penis şeklinde, göğüs şeklinde çikolatalarla doludur vitrinler...  2. tavsiyem ise; Brüksel ile ilgili daha detaylı gezi rehberi için mutlaka Karma Has Kicked My Ass'in gezi notları sayfasını ziyaret edin... 







Yorumlar

  1. ayyy brugges gördüm bayıldım da brüksel gideyim ya maşallah sen pek gezenti kıpırdaksın ama :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. gezenti kıpırdak evet evet ben :)) 1 ay evde oturayım gitmeyim biyere popomda pireler kımıl kımıl kaşıntı yaparlar bende :P

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kalplerin Kraliçesi Babaanne oldu... (Bölüm 6)

Bir küçük cadı...