Kelebekler Rüya Görmez...Görse de böylesini görmez...

Kelebeğin Rüyası filmini büyük bir heyecan ve merakla bekledim. Tanıtımlarını izlediğimde işte demiştim nihayet uluslararası standartlarda bir film... Ama ne yazık ki benim için tam bir hayal kırıklığı oldu ne yazık ki... Çekimler, konu hepsi ayrı ayrı telden çalıyor... Bir şeyler boşlukta... Bir şeyler eksik... Bütün oluşamamış...

Eleştirmenleri okumadan izliyorum filmleri genellikle... Ama bu sefer Kelebeğin Rüyası'nı izlemeden önce Ömür Gedik başta olmak üzere birkaç eleştirmenin yorumlarını okudum. Hepsi filme ayılıp bayılmışlardı. Ben de tanıtımlardaki beklentim galiba doğru çıktı diyerek merakla, hevesle tuttum salonun yolunu. Üstelik her zaman yaptığımın aksine ertesi gün işe gidecek olmama rağmen hafta içi gittim bu filme... Pişmanım. Evde de izlesen olacak bir film oysa. 
Filmin ilk sahneleri tam da beklediğim gibi müthiş planlarla çekilmişti ama sonrasında onlar da bir kotarılmış içine girdiler. Yani ağzımıza bir parmak bal çalıp sonrasında alın boş peteği yalayın demişler gibi adeta. 
Bir çok mesaj vermeye çalışırken hiçbir şey anlatamayanlar vardır ya hani işte biraz da öyle olmuş. Mükellefiyet Kanunu ile zorunlu olarak madenlerde çalışan işçilerin yaşadıklarını mı anlatmaya çalışmışlar, verem hastası olmayı mı, o dönemin yokluklarını mı? Hani hikaye neydi ben tam oturtamadım kafamda... Belki konudan konuya atlamasından ya da belki de oyuncu seçimlerinden, bilmiyorum filmi bir türlü tam olarak kendimi vererek izleyemedim, hissedemedim ...
Yani yönetmenin eşi olduğundan mı Belçim Bilgin Erdoğan'a liseli kız rolü verilmiş. Kadın ne yazık ki o rol için gayet kart durmakla kalmamış bence yetenekten de bir miktar yoksun... Öte yandan Kıvanç Tatlıtuğ'un manken olduğunu kendi bile unutmuş. Resmen hayran kaldım. Oyunculukta devleştiği bir rol varsa o da budur işte. Mert Fırat'a zaten tek kelime edemem, oyunculuğunu pek çok kez tescillemiş zaten. Farah Zeynep Abdullah'ı ise objektif olarak değerlendiremeyeceğim. Çünkü kendisini gerçekten çok sever ve beğenirim.
Filmi izlerken beni en çok etkileyen Zonguldak'ı görmek oldu. O güzel şehirle ilgili iki ayrı anımı hatırladım. Biri, iş için gittiğimde Emirgan Otelinin alt salonunda yaptığımız toplantı bitmiş ben çok sevdiğim o adamı telefonla aramıştım. Bu sırada yavaş yavaş yan salona geçiyordum ki camdan dışarı baktım. Muhteşem bir deniz manzarası ile karşılaştığım an o da telefonu açmıştı, gördüğüm, yediğim, içtiğim, kokladığım her güzel şeyi o da görsün, tatsın, koklasın isterdim...
Diğeri ise, bu güzel anıdan hemen 1 yıl sonra, o adamla hayatlarımızın ayrı yollara doğru ilerlemesine alışmaya çalıştığım dönemde bir düğünde az önce anlattığım anıyı yaşadığım otele Deniz Kulübünden bakarken durdurulamaz bir ağlama krizine girmemdi...

Film hiçbir şey yapamadıysa beni anılarıma götürdü...


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Her ayrılık bir "Veda"yı hak eder...

Kalplerin Kraliçesi Babaanne oldu... (Bölüm 6)