Mermerin kalbine yolculuk...

Geçtiğimiz hafta proje toplantısı için İtalya'nın Massa Carrara bölgesindeydim... Herkes Roma'ya gider, ben mermerin kalbine yani Carrara'ya gittim... İnanılmaz güzel bir seyahat oldu benim için. Cenova, Massa-Carrara ve Floransa'yı gördüğüm küçük çaplı bir tur gezisi bile diyebiliriz bu iş seyahatine. Hem çalıştım, hem gezdim, hem de çok eğlendim...


İş için yurtdışına gittiğinizde genelde toplantı ve havaalanı arasında geçer tüm yolculuğunuz, hele de proje toplantısıysa, gittiğiniz gün ve döneceğiniz gün serbest kalırsınız diğer günler tüm gününüz toplantıda geçer. Hele bir de gideceğiniz yere doğrudan uçuş yok ise aktarmalarda telef olur gidersiniz. Ama ne güzel bir şans ki bu sefer benim için öyle olmadı. İtalya'nın Massa-Carrara bölgesinde gerçekleştirilecek proje toplantısı için Lufthansa ile Cenova'ya oradan da proje ortağımızın aracıyla Carrara'ya geçecektik. Ne mutlu ki fırsatımız oldu Cenova'yı da şöyle bir gezdik. Tabii 4 gün boyunca yağan yağmur eşliğinde... Cenova'yı oldum olası merak etmişimdir. Roma Hukuku dersinde, ki hukuk fakültesinde okuduğum o 5 yıl boyunca en sevdiğim ders olmuştur, Roma İmparatorluğu sınırları içindeki mallarla, sınırlar dışındaki malların ayrı hukuk rejimlerine tabi olduklarını öğrenmiştik, dolayısıyla devir edilmeleri de ayrı usullere tabiydi.  İşte o sıralar televizyonda da izlemeyi en sevdiğim dizi Cesur ve Güzeldi. Dizinin kahramanaları da sürekli Cenova City diye bir yere giderlerdi. İşte final sınavında bize Cenova'daki bir atın nasıl satılacağını sordu hocamız. Ben de başladım yazmaya "Eğer bu Cenova İtalya'daki Cenova ise Res Mancipi maldır ve şöyle şöyle satılır, yok eğer Amerika'daki Cenova City ise o zaman Res Nec Mancipi maldır ve böyle böyle satılır." Eminim sınavı okuyan hocamız epey gülmüştür, ama Allahtan gülerken bana 70 de vermişti de dersten geçmiştim. İşte nihayet o İtalya'daki Cenova'yı gördüm.

Münih aktarmamızdan sonra 72 kişilik Air Dolomiti uçağıyla Cenova'ya gittik. O miniminnacık uçak beni turkuvaz rengi iç döşemeleri ve hosteslerinin müthiş kıyafetleriyle büyüledi. Herkesin görmesini isterim. İnanılmaz güzel bir ikram vardı ve sıcacık, gülen hostesler. THY'nin Air Dolomiti'yi incelemesi gerektiğini düşünüyorum. Temizlik, uyum ve sıcaklık vardı uçakta. Kabul ediyorum THY'nin ikramı da kötü değil ama artık kabin çalışanlarının yüzleri hiç gülmüyor, uçakların içi ise pislikten geçilmiyor. Havasız, daracık ve sıkıcı uçaklarda boğucu yolculuk yapıyoruz. Lufthansa'nın bile o kötü yemeklerine rağmen konforu cezbedici. Aynı uçaklar ama bizimkiler nedense daracık. Bu arada Lufthansa'nın ikramında da minik Coca-Cola kutuları, en iyi kalite pet şişe içindeki su, tereyağı, ekmek ve Milka çikolata yemeğe ihtiyaç duyma hissinizi azaltıyor.

Cenova İtalya'nın en büyük liman kenti, uçak denizin üzerinden inerken limanı görüyorsunuz kocaman bir şehir gibi. Minik bir uçakla limana doğru yapılan iniş biraz da ürkütücü. Bunda sanırım yağmurlu havanın da etkisi büyük oldu. Cenova'da havaalanından merkez tren istasyonu olan Brignole'e gittik. Orada valizlerimizi emanete bıraktıktan sonra şehrin merkezine gitmek için metroyu kullandık ve Piazza de Ferrari durağında inerek ünlü alışveriş caddesi Via XX Settembre'de bir yürüyüş yaparak San Lorenzo Kilisesi, Düklük Sarayı, ve müzeleri gördük. Ama ne yazık ki vaktimiz çok kısıtlı olduğundan müzeleri gezemedik. Alışveriş caddesinde yemeğimizi yedikten sonra kısa bir hediyelik eşyacı turu attık ve buzdolabı magnetlerimizi aldıktan sonra proje ortağımız bizi aldı. Böylece Cenova'ya veda ettik. Ama veda ederken aklımda ünlü akvaryumu ve Garibaldi saraylarını gezmek için yeniden bir Cenova seyahati düzenlemek kaldı.

İtalya seyahatimden önce öyle yorucu bir tempoda çalışmıştım ki, nereye gittiğim veya neler göreceğim hakkında hiçbir fikrim yoktu. Massa-Carrara deyince tek bir şehir sanıyordum ama meğer öyle değilmiş ikisi birlikte bir bölge, komün gibi birşeymiş, yani 2 ayrı şehir Massa ve Carrara. Ama adeta bir Karadeniz şehri gibi. Yemyeşil ve hiç durmayan yağmurlu. Biz Carrara tarafındaki bir otelde  kaldık. Michelangelo adlı otelimizin lobisi adeta bir galeriydi. Sonradan öğrendim ki meğer Carrara mermer ocaklarıyla ünlüymüş, Michelangelo da heykellerinin mermerlerini buradan alırmış. Otelimiz de ünlü ustadan adını aldığından olsa gerek, hem lobisinde, hem de odalarda sanat eserlerini kullanmıştı aksesuar olarak. Fotoğraflar, tablolar ve heykeller...

Carrara'daki ilk akşamımızda biraz da yorgunluğun etkisiyle hemen otelimizin karşısındaki Terasbi'de pizza yedik. Şöyle söyleyeyim ben pizzanın kalın hamurlusunu severim, ama İtalyanlar pizzayı lahmacun gibi incecik bir hamurdan yapıyorlar. Üstüne koydukları malzemede ise bizimkiler kadar bonkör değiller. Hele sebzeli pizza dediğinizde kabak ve patlıcanlı pizza geliyor, diğer sebzelerden pek haberleri yok diyebilirim...Ama sadece pizza söz konusu olduğunda. Yoksa otelde toplantı arasında yemiş olduğumuz öğle yemeklerinde hayatımın en güzel kızarmış sebzelerini yediğimi söyleyebilirim. Makarnalar ise bir harikaydı. Gerçekten ben özellikle deniz ürünleriyle yapılmış, ev yapımı makarnalara bayıldım. Deniz ürünlü herşeye bayılıyorum zaten. Hani denizden babam çıksa yerim lafı var ya, işte durumum aynen odur. Bunu İtalyan ortaklarımıza da söyledim, çok beğendiler ve güldüler. Şarapları da lezizdi. Üstelik benim şarapla pek aram yoktur. Buna rağmen şaraplarını çok beğendim. Ama en favori içeceğim yemeğin üstüne ikram edilen dondurmalı, limonlu ve alkollü frappa tarzı içecek oldu. Bir de Amaro denilen ve yemeğin üstüne içilen bitkisel alkollü mide rahatlatıcı da güzeldi. Grappayı ise daha önce denemiştim o yüzden İtalya'daki bu sayılı 4 günü denemediğim tatlara ayırmıştım. Grappa da lezzetli bir içecek ama biraz sert.

İtalyanlar tam da biz Türklere benziyorlar, hatta bence bizden bile daha fazla yardımsever ve misafirperverler. Yol sorduğumuz İtalyanlar, kendileri o tarafa gitmeseler de sırf bize yol gösterebilmek için gideceğimiz yerlere bizimle yürüdüler. İtalyan ortaklarımız ise bizim için öyle güzel bir toplantı ve gezi planı yapmışlardı ki hem çalıştık, hem gezdik ve hem de çok eğlendik.


1.toplantı günümüzün sonunda bizi inanılmaz bir macera bekliyordu. Mermer ocaklarına gideceğimizi söylediklerinde doğrusu biz kömür madeni gibi yerin altına gireceğiz diye düşünmüştük. Ama hemen otelimizin karşısındaki yüksek dağı gösterdiklerinde bizi bekleyen macerayı biraz tahmin eder gibi olduk. Tahminlerimiz çok azmış... Arazi araçlarıyla bin küsur metre yükseklikteki dağa tek arabanın zor döndüğü virajlardan tırmandık. Tepeye vardığımızda yağmur devam ediyordu ama sis vardı.

Allahtan da sis vardı çünkü ne kadar yüksekte olduğumuzu ve uçurumları görmedik. Yalnız o zorlu virajları alırken gördüğüm yükseklik macera düşkünü bana bile "Allahım burada ölmek istemiyorum" diye çığlık attırdı ya işte siz oradan tahmin edin ne maceraymış. Dağdan inerken de rehberimiz yine bayıldığım bir detay hakkında bilgi verdi. Meğer James Bond: Quantum of Solace'ın ilk sahneleri burada çekilmiş. Hayranı olduğum filmin çekildiği yerleri görmek bana büyük bir mutluluk verdi. Bir dahaki sefere bir sahnede de beni oynatsalar ne süper olurdu... Tombik Bond kızı rolü tam bana göre olabilir aslında :) Bu maceralı yolculukta aracın önünde oturma cesaretini gösterdiğim için İtalyan dostlarım beni "En cesur Türk kızı" ilan ettiler.

Mermer madenlerinin hemen yakınında birkaç mermer atölyesi vardı. Onları da gezdik biraz. Hamile bir kadın heykeli ve karnındaki dünya haritası beni ve arkadaşlarımı çok etkiledi. "O benim dünyam" dediğimiz heykelin fotoğrafını çektik. Ama meğer atölyelerde fotoğraf çekmek yasakmış. Bunu bilmeden çekmiş olduk. Atölye sahibi arkamızdan bağır çağır bişeyler diyerek yürüdü ama iş işten geçmişti artık.

Böylece öğrendik ki mermerin kalbi Carrara'da atıyor. Sadece buradaki mermerler değil, dünyanın dört bir yanından gelen mermerler Carrara'da işleniyor. Çünkü mermercilik ile ilgili sektör ve teknoloji burada inanılmaz gelişmiş. Rehberimizin dediğine göre Carrara'da herkes ekmeğini mermerden çıkartırmış, kimisi onu işleyerek, kimisi ise anlatarak ama mutlaka bir bağları olurmuş mermerle.  Mermer öyle bir malzeme ki Carrara'da yollar, kaldırım taşları, saksılar, havuzlar, kapı kirişleri filan her yer mermer döşeli. Tertemiz görüntülü bu şehri huzurlu ortamıyla çok sevdim. Yağmurlu günlere rağmen bir şehri sevmişseniz inanın o şehri hep seveceksiniz demektir. İşte ben Carrara'yı böyle yağmurlu günlere rağmen çok sevdim, çamursuz, temiz havası ile güzel bir şehir. Üstelik sadece mermerin değil sanatın da kalbi burada atıyor.

2.günkü toplantımızın ardından sanatın kalbinin attığı bu güzel şehrin müzelerini ve sanat akademisini gezme fırsatımız oldu. Başta İtalyan heykeltıraş Canova olmak üzere bir çok ünlü sanatçının heykellerinin önce plastik modellerinin yapıldığı, daha sonra bu modellerin mermere uygulandığı atölyeleri de gezdik. Üstelik bu gezimizde şehrin en ünlü atölyelerinden birinde bir Türk heykeltraşa rastladık.


Çağdaş, aslen Afyonluymuş ama Ankara'da doğup, büyümüş. Gazi Üniversitesinde lisans eğitimi almış ve sonra Hacettepe Üniversitesinde yüksek lisans yapmış, heykel üzerine çalışan Çağdaş Erasmus programı ile Carrara'ya gelmiş ve heykel üzerine burada çalışmaya devam etme kakarı alarak bu küçük şehirde yaşamaya başlamış. Çalıştığı atölye bölgenin en büyük, en köklü ve en ünlü atölyesi. Hatta Naomi Camphell'ın zengin Rus işadamı sevgilisi evlerine koymak üzere 7 tane Naomi heykeli siparişini bu atölyeye vermiş. Naomi'yi Brezilya granitinden yapıyorlardı. Heykellere bayılsam da fotoğrafını çekme şansım ne yazık ki olmadı. Türk dostumuzun zor durumda kalmaması için kaçak çekimden de vazgeçtim. Sanırım bir kaç aya bu heykelleri magazin sayfalarından göreceğiz. Artık o zamanı beklememiz gerekecek. Benim için bir diğer sürpriz de küçüklüğümden beri evimizde olan bir heykeli Canova'nın eserlerinin plastik modellerinin sergilendiği salonda görmek oldu. Yıllar evvel küçük bir kızken annem olduğunu zanettiğim ve bize bakan ablam kırdığında "Annemi öldürdün" diye zırıl zırıl ağladığım heykelin böylece bir İtalyan heykeltıraşa ait olduğunu da öğrenmiş oldum. Şimdi aradan yıllar geçtikten sonra  Canova'ya ait olduğunu öğrendiğim o heykelden 2 tanesi şöminemizin yanında duruyorlar. Onlara baktıkça Carrara'daki güzel günleri hatırlıyorum artık. Marina di Massa ve Carrara'daki sıcak sohbetler eşliğinde yenen yemekleri ve tabii bir de Colonnata bölgesine yaptığımız küçük gezi ve akşam yemeğini...

Colonnata, Lardo denilen ve yöreye özgü özel bir usulle hazırlanan domuz yağı ile ünlü. Çok lezzetli görünmesine rağmen deneyemedim, içim pek kaldırmadı. O yüzden tadı hakkında pek bir fikrim yok. Ama hazırlanışı bile çok özel bu yağın içinde domuz yağı kadar emek de olduğu kesin. Domuzun omzundan alınan yağlar dikdörtgen bir mermer kabın içine konulup bir sıra yağ, üstüne tuz ve baharatlar sepiliyor. Daha sonra yeniden yağ ve yeniden tuz ve baharat derken kapın üstü yine mermerle kapatılıyor ve tam 181 gün sonra mermer kapak kaldırıldığında Lardo hazır oluyor. İşin ilginç yanı aslında kolestrol oranı çok yüksek olan domuz yağında 181 günün sonunda Carrara mermerinin de etkisiyle kolestrol oranı 0,75 civarına düşüyor. İnanılmaz ama gerçek. İşte soğuk dağlarda mermer çıkarmakla uğraşan yöre halkının düşük kolestrollü enerji kaynağı. Carrara mermeri ile ilgili bir başka ilginç bilgiyi de böylece öğrenmiş olduk meğer bir çok cilt kremi, diş macunu ve hatta kalsiyum katkılı süt ve süt ürünlerinde Carrara mermerinin tozu varmış, yiyor, içiyor ve sürüyormuşuz bu tozu.

Carrara'dan kalbim orada kalarak ayrıldım. Yaşamayı isteyeceğim türden bir şehirdi. Ve güneşli bir Carrara gününü geride bırakarak, Floransa'ya geçtik. Dünyada ölmeden önce görülmesi gereken 50 şehir arasında sayılan Floransa da bizi yağmurla karşıladı. O kadar kısıtlı bir zamanımız vardı ki yine merkez istasyonda valizleri bırakıp doğruca tarihi meydana ve Duoma'ya yürüdük. Burada gezdik, hediyelik alışverişlerimizi yaptık. Sonra da leziz bir yemek yedik. Floransada hiç kuşkusuz beni en mutlu eden Armando Poggi adlı muhteşem güzellikteki mağazadan Pandora bileziğime Oscar'ı simgeleyen kulubedeki köpek charmı ile kelebekli ve murano camlı charmları almam oldu. Tabii bir de Sicilya bölgesine ait olan ve Everybody Loves Raymond dizisinde sürekli yedikleri Cannoli'yi tatma fırsatı bulmam. Meydanın hemen yanındaki restorana gidecek olursanız eğer size tavsiyem kesinlikle patlıcanın içine doldurulmuş sebzeli spesiyal yemeği denemenizdir. Şaraplardan ise nereye giderseniz gidin Chianti için derim...

Tesadüfe bakın ki şu an ben İtalya'yı yazarken ilk durağımız olan Cenova'yı tanıtan bir program da TRT Haberde yayınlanıyormuş, birlikte gittiğim arkadaşım Bercan haber verdi şimdi... Doğrusu İtalya'ya kapsamlı bir gezi turuyla geri dönmek istiyorum. Her köşesi keşfedilmeye değer bir ülke, sıcak insanlarıyla, yeşil ve sarı pancurlarıyla, renkli evleriyle, güzel kıyılarıyla beni  geri çağırıyor.












Yorumlar

  1. heeeey ne güzel bir proje toplantısıymış.
    not aldım bu yazını.
    :)

    YanıtlaSil
  2. kesinlikle gitmeliyim buraya. nefis yazmışsın yine.

    YanıtlaSil
  3. Nefis bir gezi güncesi daha paylaşmışsın bizimle.Bayıldım.İlk fırsatta (mayıs ta roma ve floransa da olacağım. becerebilirsem giderim) Carrara ya gitmek istiyorum.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Git Şuleciğim... sadece 1 saatlik filan bir tren yolculuğuna bakar ki o ayda harika manzara olacaktır eminim...

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kalplerin Kraliçesi Babaanne oldu... (Bölüm 6)

Bir küçük cadı...