Kırık kalpler... Kayıp Ruhlar...

Adem ile Havva'dan kalan aşk... O zamanlar da yalan mıydı acaba şimdilerde olduğu gibi... Yoksa bir elmayla cennetten atılmaya değer bir günah mıydı... Sahi aşk neydi, şimdi ne oldu? 

Uzun zamandır soruyorum bu soruyu kendime... Benim için aşkın tüm hallerini en iyi anlatan yazı Can Dündar'ın bir sevgililer günü için yazdığı "Eğer"dir... Aşkın cevabıdır bu yazı... Eğer size biri bunları hissettiriyorsa işte o kişiye sıkı sıkı sarılın, sakın bırakmayın onu. Çünkü hava gibi su gibi yaşamsal ama çok zor bulunacak bir şeye sahipsiniz demektir.

Burada hemen sizlerle o yazıyı paylaşmalıyım;

Eğer ;O’nu hatırladıkta başı göğe ermişçesine ya da asansör boşluğuna düşmüşçesine ürperiyorsa yüreğiniz…
ömrü saatlere sıkışmış bir kelebek telaşıyla,
o hüzünden bu neşeye konup kalkıyorsanız gün boyu nedensiz…
ve her konduğunuzda diğerini iple çekiyorsanız bu hislerin…
O’nunlayken pervaneleşen yelkovanlar, O’nsuz mıhlanıp kalıyorsa yerine, bir akrep kadar hain…
Sınıfta, büroda, yolda, yatakta içiniz içinize sığmıyor,O’ndan söz edilince yüzünüz, sizden habersiz, mis kokulu bir ekmek dilimi gibi kızarıyor, mahcup somurtuyor veya muzip sırıtıyorsa, ve O, her durduğunuz yerde duruyor,
her baktığınız yerden size bakıyor,
siz keyiflendikçe gülüp, hüzünlendikçe ağlıyorsa…
dünyanın en güzel yeri O’nun yaşadığı yer, en güzel kokusu bedenindeki ter, en dayanılmaz duygusu gözlerindeki kederse…hayat O’nunla güzel ve onsuz müptezelse…
elmalar pembe, kiremitler pembe, gökyüzü, yeryüzü, O’nun yüzü pembeyse,
kışlar ilkbaharsa, yazlar ilkbahar, güzler ilkbahar…
her şiirde anlatılan O’ysa… her filmin kahramanı O…her roman O’ndan söz ediyor, her çiçek O’nu açıyorsa…bir anlık ayrılık, bir ömür gibi geliyor
ve gider gitmez özlem saç diplerinizden çekiştirip beyninizi acıtıyorsa,
iştahınız kapanıyor, iştahınız açılıyor, iştahınız şaşırıyorsa…iştahınız, hasret acısında bile karşı konulmaz bir tat buluyorsa…eliniz telefonda yaşıyor, işaret parmağınızla ha bire O’nu tuşluyor,
dara düştüğünüzde kapıyı çalanın O olduğunu adınız gibi biliyorsanız…
mütemadi bir sarhoşluk halinde, her çalan telefona O diye atlıyor,vitrindeki her giysiyi O’na yakıştırıyor, konuşan birini dinlerken “keşke O anlatsa” diye iç geçiriyorsanız…kokusu burnunuzdan, sureti gözünüzden, sesi kulağınızdan, teni aklınızdan silinmiyorsa bir türlü…
özlemi, sol memenizin altında tek nüsha bir yasak yayın gibi taşıyorsanız gün boyu…
hem kimseler duymasın, hem cümle alem bilsin istiyorsanız…O’nsuz geceler ıssız, sokaklar öksüzse…
ayrılık ölüme, vuslat sehere denkse…
gamze gamze tebessüm de onun içinse, alev alev öfke de; bunca tavır, onca sabır ve nihayetsiz kahır hep O’nun yüzü suyu hürmetine…uğruna ödenmeyecek bedel, gidilmeyecek yol, vazgeçilmeyecek konfor yoksa…
dışarıda yer yerinden oynuyor ve “içeri”de bu sizi zerrece ilgilendirmiyorsa, nedensiz küsüyor, sebepsiz affediyorsanız ve bütün bu hallerinize siz bile akıl erdiremiyorsanız kaybetme korkusu, kavuşma sevincinden ağır basıyorsa ve aşk, gurura baskın çıkıyorsa bu yüzden her daim…
gece yarısı kadim bir dost gibi kucaklayan tanıdık bir şarkı, bütün acı sözleri unutturmaya yetiyorsa…
Her gidişte ayaklarınız “Geri dön” diye yalpalıyorsa ve siz kendinize rağmen dönüyorsanız, sınırsız, sabırsız, doyumsuz bir tutkuyla....o halde bugün sizin gününüz!..
“Çok yaşa”yın ve de “siz de görün”üz..

İşte bu diyebileceğiniz kaç kişi oldu hayatınızda? Birbirimiz için bunları hissetmek ne kadar zorlaştı... En ufacık bir kızgınlıkta harcayıveriyoruz hislerimizi... Silip atıyoruz elini tuttuğumuz kalpleri... Veya kalbimiz bu hislerle  doluyken, kırılıveriyor zamansız terkedişlerle... Ve yeni kalp kırıklarından kendimizi korumak adına şeffaf duvarlar örüyoruz etrafımıza... Bu şeffaf duvarlarla oluşturduğumuz kalıp, kalıp tuğlalar yıkılması zor önyargılarla aslında arkalarında pek çok kırık kalbi, kayıp ruhu koruyor...

Kırık kalpler... Kayıp Ruhlar...

Genellemeleri hiç sevmiyorum... Erkekler aldatır, hiç sevemezler yürekten, kadınlar çok sever ama hep kalbi kırılır vb gibi... Aldatan kadınlar da vardır, yüreklerini açamayan da, çok sevip ayrılık acısı çeken erkekler de... Ama kızarkadaşlarımın takdir ettiği ve bu yüzden erkek arkadaşlarını anlamadıkları zaman sence niye böyle diye sorup da cevaplarını bulmamı sağlayan tüm empati yeteneğime rağmen bir kadın olarak daha çok kadınların gözünden erkekleri görmem mümkün olabiliyor. O yüzden bu yazımı okuyan erkeklerden  yapacağım bazı genellemeler için şimdiden özür dilerim...
Bir süredir herkesin dilinde Ayşe Arman'ın "30 yaşını aşan kadınlarda evlilik histerisi var" diyen erkeklerle ve bu erkeklerin dediklerini eleştiren kadınlarla yaptığı röportajlar. Baktım benim de söylemek istediklerim var bu konuda... Bu blog da söylemek istediklerimiz için değil mi?

"Eyvah 30 yaş üstünde kadınlarda evlilik histerisi var" 

Evet var yok diyemem pek çok hemcinsimde bu var. O röportajdaki erkeklerin de pek tabii kabul ettiği gibi toplumun yaptığı baskı kadınları bu histeriye itekliyor. Peki ya onlardaki bu bağlanmayacağım histerisine ne demeli?
Onların vazgeçmek istemedikleri özgürlük kadınlar için bir erkekle sırf bir ömrü paylaşmak uğruna rafa kaldırılacak kadar kolay ve basit birşey mi? Bir kadın olarak bilirim ki evlendiğimde pek çok özgürlüğümün yanı sıra rahatım huzurumu da bir yerlere bırakmak zorunda kalacağım. Çünkü modernim diyen hiçbir Türk erkeğinin karım dediği kadını özgür ve rahat bırakacağına inanmıyorum. En rahatıyla bile birlikte olsanız, ki bağlanma korkusuyla aranızdakini bir ilişki olarak tanımlamaktan kaçınsa da sevgili erkek arkadaşınız ne zaman sizi arkadaşıyla tanıştıracak olsa onların da sizi güzel bulmalarından deliler gibi rahatsız olup arızaya geçiş yapabilir... Kıyafetlerinizi açık bulabilir, herkes bakıyor diye kızabilir... Daha böyle pek çok kıskanma, sınırlama vs örneği verilebilir. Eeee hani kardeşim bizim aramızda bir ilişki yoktu, hani sen bana bağlı değildin, hani sadece "takılıyorduk", "arkadaştık"? Bu kıskanç, sahiplenme halleri nedir?
Röportajı veren erkekler ideal kadını kendi ayakları üstünde durabilen, kendine güvenen, özgür ruhlarını kaybetmemiş kadınlar olarak tanımlarken, cevap veren kadınlar ise böyle bir kadının senle ne işi var arkadaş diyorlar... Haksız da sayılmazlar hani... Böyle bir kadın kendine bağlanmaktan korkmayacak, ama sınırlar da koymayacak bir adamı ister hayatında...
Oysa belki yaşadıkları saçma sapan ilişkiler yüzünden bu tarz adamlarda tüm kadınlara genellenmiş bir önyargı var.

İşte tüm bu önyargılarıyla aslında ne yazık ki erkekler çok yanılıyorlar 30 yaşın üstündeki kadınların pek çoğunun derdi ideal erkek, ideal koca veya ideal babayı bulmak değildir. Çünkü 20'li yaşlardaki kadınların aksine onlar böyle bir ideal insanın kadın veya erkek olmadığının farkındadırlar.  İşte tam da bu yüzden onlar sadece hayatı her alanıyla,gezmek, konuşmak, yemek, içmek, sevmek ve seks yapmak gibi herşeyiyle paylaşacakları bir insanı arıyorlar. Yani sevip güvenecekleri birini...
Onlar da en az erkekler kadar özgürlüğün değerini bilip onu kaybetmeden bir ilişki yaşamanın derdindeler. Ama işte maalesef kaç yaşına gelirlerse gelsinler bir türlü olgunlaşamayan ve önyargılarını kıramayan zavallı, erkekler bunu görmekten gayet aciz yaşadıkları için Rus kadınlarının tüm o muhteşem fiziklerine rağmen, o ezik ve erkeğe itaat eden halini kendine güven gibi algılıyorlar. (ne yazık ki Rus kadınlarına benzeyen bir fiziğe sahibim yemediğim laf atılmayan söz kalmıyor ki bu da erkeklerin daha acınası bir yanı)
Yazıda kadınlar hakkında söylenen pek çok şeye ise fazlasıyla katılıyorum... Evet pek çok kadın bir erkekle kendini tanımlayabiliyor, pek çok kadın elinden bir erkek tuttuğunda daha dik yürüyebiliyor, tek taş gösterme hastalığın ise bugün sadece Türklerde değil Hollywood yıldızlarında da kendini gösteren bir hastalık... Evet kadınlar biyolojik saatleri nedeniyle acil çocuk alarmı da verebiliyorlar... Ama hepsi böyle demek tıpkı tüm erkekler de kötü işte, kadın ruhundan anlamıyorlar, sevgi nedir bilmiyorlar, akılları sadece bir tek şeye çalışıyor demekle eşdeğer...
Ama bu bağlılık korkusu olan erkeklerin trajikliği de beni benden alıyor. Bir ilişkimiz yok, hayal kurma evlilik olmayacak sonumuz diye gösterme çabaları ve bunu yaparken pek çok kez saçmalamaları.. Ya arkadaş hayatın eğlenceli yanına düşkün olan bir tek sizler misiniz?Onlara göre kadınlar ideali oynayarak onları kandırmaya çalışıyor. Evde dizi izlemek dururken film veya maç izlemesine eşlik etmek de rol, arkadaşlarıyla iyi vakit geçirmek de, işine destek olmak de onu sevdiğini söylemek de, evlilikle ilgili tek kelime dahi etmemek de..

Yani sonuç olarak demem o ki aslında erkeklerin pek çoğu kafasında bir kadın klişesi yaratmış ve ona inanıyor. Sen ağzınla kuş tutsan da, onun hayallerini süsleyen kadın olsan da kafasında yarattığının dışında bir şeye inanmadığı, inanamadığı için böyle özgürlüğümüze düşkünüz, 30'unu aşan kadınlar ise histerik diye gezinmekten başka yapabilecekleri birşey olmuyor. Sen de artık bu akıl almaz kafa ve mantığa kendini anlatmaya çalışmaktan ve ona gerçekleri göstermeye çalışmaktan yorulup gittiğinde, evlenemediğin için gittin sanılıyor. Kadınlar ise bu erkeklerin elinde üzüntü üstüne üzüntü yaşarken tüm erkeklerden uzak durmayı veya onlar gibi tüm bağlılıklardan kopmuş bir "ilişki"nin öznesi olmayı tercih ediyor.
Aslında ne erkek haksız ne de kadın çok haklı...Bakıyorum da günümüz kadın ve erkeklerine, pek çoğu zamanında yaşanmışlıklar yüzünden kırılan kalplerini, arkalarına saklandıkları önyargı duvarlarının ardında bir yandan korumaya çalışırken bir yandan da kaybolan ruhlarını arıyorlar...



Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kalplerin Kraliçesi Babaanne oldu... (Bölüm 6)

Bir küçük cadı...