Ben ona saflığın günlüğünü yazarken, o bana adiliğin kitabını okuttu...
Kim olduğu, ne zaman hayatıma girdiği ve hayatımdan nasıl gittiğinin aslında hiç önemi yok, önemli olan tek şey giderken götürdükleri...
Onunla birlikte güven, inanç, aşk ve mutluluk terketti evi... Zamanla geri gelebilirler miydi?
Çoktan gitmişti aşk kalpten, yokluğuna alışmış, küstüğü hayatla yalnız başına barışmıştı. Tek başına olmak, her şeyi yalnız yaşamak sadece dostlarla birarada olmak yeter olmuştu. Büyük savaşlardan çıkmış bir kalpti, o yüzden etrafına kocaman surlar örmüş, kendini sıkı sıkıya bir korumaya almıştı. Duvarları aşmaya çalışanları var gücüyle püskürtüyor, kimsenin yeniden tam da ortasına gelip kurulmasına izin vermiyordu. Ama işte savaşı kazandığınızı düşündüğünüz an garip bir rahatlığa kapılırsınız ya, hani en zayıf anıdır o savaşçıların... Tıpkı savaşı kazandıklarını düşünen ve rehavete kapılan Truvalıları bir atın içine saklanan Akhalı askerlerin en zayıf anlarında yakalayıp yenmeleri gibi, o da minik yaralı kalbin tam kapısında beklermiş meğer.
Truva Atı kimi zamanlar da güzel sözleri saklar içinde...
Daha önce çok kötü kırılan minik kalp, yaralarını sarmış, toparlanmış ve yeniden atmaya başlamıştı... İşte o da Truvalılar gibi, çok zorlu bir mücadeleden çıkmış, yorgun ve kırgındı ama sargılarını çıkarıp attığı için rahatlamıştı artık. Tam da o anda geliverdi bir Akhalı asker, güzel sözleriyle aştı duvarları, bir daha hiç kırılmayacaktı minik kalp, gözünden bir damla yaş bile düşmeyecekti, onu hep mutlu edecek ve hep yanında duracak, koruyup kollayacak, asla sırtını dönüp gitmeyecekti. Her güzel kelime ile bir tuğlası kırılıyordu surların, her güzel hareket bir bir indiriyordu duvarları... Gözlerinin içine baktıkça şeffaflaştı duvarlar.. Derken henüz o surlar tam olarak yıkılmadan bir anda açıldı kalenin tüm kapıları sonuna kadar... Ve "hoşgeldin" dedi Akhalıya... Hep burada kal...
Asker bu, savaşmaktan vazgeçer mi?
Misafirperver minik kalp, başta endişe ile ama zamanla tüm şüphelerinden sıyrılarak, sonuna kadar açtığı kollarıyla en baş köşesine getirip, oturttu Akhalı'yı... Ama Akhalı bir askerdi bu konuk ne de olsa. Alışmıştı savaşmaya, sevgiyle onu sarmaya çalışan yaralı kalbin, yaralarını acıtıyordu küsmeleriyle, kırmalarıyla... Olsun diyordu minik kalp o bana söz verdi, hep yanımda olacak, elimi tutacak. Onun omzunda ağlayacağım üzüldüğümde, göğsüne dayayacağım başımı zora düştüğümde ve o saracak hep beni güçlü kollarıyla... Evet evet çok güçlüydü onun kolları, düşse de yerlere hep kaldıracaktı onu ayağa, söz vermişti bir kere, o da üzülmüştü daha önce, ona da sırtını dönmüş yalnız bırakmıştı birileri... Onun da kalbi yaralıydı sert bir asker gibi gözükse de... Dahası kendisi acıtsa da bazen onu, bir yandan da onarıyordu tüm kırılmış noktaları, iyileştiriyordu yaraları... Sözleriyle mutlu ederken, gözleriyle güven veriyor, hareketleriyle güç katıyordu...
Derken geçmişte yaşadıklarını unuttu minik kalp. Yaralarının yok olduğunu hissedebiliyor, yeniden başka bir kalbin sevgisine güvenmeye başlıyordu.
Tüm duvarlar yıkılıp, yeminler bozulup, kurallar kaldırıldığında amansız savaş başlıyor...
Güvenle sarıp sarmalamaya başladığında onu minik kalp, yavaş yavaş yeminlerini de bozuyordu artık... Bir daha biri için tek bir harf yazmamaya yemin etmiş parmaklar yeniden bir kalem yerleştirip aralarına, özenle seçilmiş bir deftere birlikte paylaşılanları gün be gün yazıyordu. O minik defteri bir an bile yanından ayırmıyordu küçük deli kalp, hatta onun yanındayken bile çantasının içinde taşıyor ve anılarla yavaş yavaş dolan defter bir yandan günlük halini alırken bir yandan da Akhalının dünyaya geldiği günü kutlamak için sırasını bekliyordu. Bu arada minik kalp sonsuza kadar orada yaşaması için kocaman bir saray inşa ediyordu misafirine... Tüm isteği güçlü askeri çok mutlu etmek, hayatını gül bahçesine çevirmekti...
Ama unutuyordu, tam da ortasına gelip yerleşen bir askerin kalbiydi, savaşmayı, yıkmayı, yaralamayı hatta öldürmeyi seven bir askerin kalbi... O giderek bağlanırken askere, tüm hayatını yoluna sererek, onun dünyaya geldiği ilk güne şükranlarını sunarak istemiş ki Akhalı dünyanın en mutlu insanı olsun, onu ne kadar sevdiğini anlasın, ne değerli olduğunu bilsin ve ondan hiç vazgeçmesin. Gelsin onun için inşa ettiği o kocaman sarayda sadece ama sadece ona ayrılmış altından tahta sonsuza kadar otursun.
Akhalı görünce sarayın inşaatını, kendisine verilen değere inanamamış, şaşırmış kalmış, hatta gözleri dolmuş ama yine de tam kıymetini anlayamamış altından tahtın. Anlam verememiş kalbin onsuz atmak istememesine, tüm ömrünü onun mutluluğuna adamaya yemin etmesine, inanamamış öyle çok sevilebileceğine. Geldiği misafirliğin aldığı hali hiç beklemiyormuş belki de. O yüzden olsa gerek zamanla unutmuş verdiği sözleri... Uzaklaşmış o saraydan ve uzaklaştıkça küçülmüş gözünde saray da oturduğu taht da mini minnacık olsa da aşkıyla çarpmaktan devleşen kalp de görünmez olmuş gözüne. Ve bir gün gittiği bir seyahatten dönüşünde, hatırlamış savaşçı bir asker olduğunu. Terk etmiş sarayı... İstemiyormuş artık ne o tahtı ne sadece onun için çarpan kalbi. Umursamamış bile verdiği sözleri, kırdığı hisleri, yok ettiği güveni. Bir anda sırtını dönmüş, koşarak uzaklaşmış saraydan. Ulaşamamış ona minik kalp, sesini duyuramamış... Yalvarmış, yakarmış... Ama olmamış, tıkamış kulaklarını Akhalı, yummuş gözlerini...
Ellerine sağlık Elif ...
YanıtlaSilteşekkürler Deniz..
Silmitoloji ile gerçek yaşam eh ancak bu kadar güzel birleştirilebilir.
YanıtlaSil:)
unutmak lazım ya geçmişi.
:)
teşekkürler...unutmak için beynimizde minik silgiler var ne güzel di mi unutuyoruz ve her seferinde yine yeni yeniden sevebiliyoruz:))
SilSöyleyecek çok şey var aslında bu yazılanlara yönelik ama....... neyse..........
YanıtlaSilaslında söyleyecek çok şey var da bunlar arasında en doğrusu... hayat her zaman devam ediyor..güzelleşerek hem de...
Sil