Kendi fosforlu hayatı mat kadın...


Uzun zamandır tiyatro hasreti ile yanıp tutuşuyordum. Koru Rotaractları 8. Geleneksel Düşler Tiyatrosu ile benim bu hasretimi sona erdirirken bir yandan, bir yandan da Şanlıurfa Ceylanpınar Ortaokulu öğrencilerinin Ankara'ya gelme düşünü gerçekleştirecek parayı topladılar ve kapatılması düşünülen Devlet Tiyatrolarına dikkat çektiler. Ne de iyi ettiler.

Fosforlu Cevriye oyununa bilet o kadar zor bulunuyor ki, bu oyunu izlemek hele de ön sıralardan izlemek resmen bir hayal... Kardeşimin sevgili arkadaşı ve Koru Rotaractların da üyesi Gözde kendilerinin düzenlediği Geleneksel Düşler Tiyatrosunun 8.sinde bu oyuna gideceklerini söylediğinde "bize de bilet bize de bilet" dedim hemen. 
Oyun gerçekten çok güzel... Giderken bilmiyordum ama sonradan öğrendim meğer yönetmen de bizimle seyirciler arasında yerini alan Gülriz Sururi imiş. Böyle usta bir tiyatro sanatçısı ve hatta müzikal deyince aklıma gelen nadir isimlerden biri tarafından yönetilen oyunu eleştirmek haddime düşmez. Tek eleştirim olabilir o da oyun süre itibariyle çok uzundu ve ben de o gün çok yorgundum. O yüzden bir miktar sıkıldım. Ama eğlenmedim dersem de koskocaman bir yalan olur.

Başroldeki oyunculardan ziyade yardımcı rollerdekileri izledim ve bayıldım diyebilirim. Mesela Güllü'yü oynayan Leyla Kader İlhan. Allahım kadın sen nasıl bir oyuncusun ya. Yani oyundan çıktığımızda yemin ediyordum ki bu kadın tiyatro sanatçısı değil kesin pavyondan alıp getirmişler diye. Öyle rol mol olmaz bu kadının aslında var böyle bir yaşanmışlık diyordum ki sonra internette bir arama yaptım baktım ki bu muhteşemliği farkeden tek ben ve bizim ekip değil. Milleti toptan hayran bırakmış kendisine Güllü Sultan. Yani oyunu bir kenara bırakırsak sırf onu izlemeye gidin derim. Bir de Sümbül Duduyu oynayan Nermin Uğur Bakır'ı. Nasıl  güldürdü beni bu kadın size anlatamam. Oyunda hep bekledim ki ya Güllü çıksın ya da Sümbül Dudu.

Müzikaldi, şarkılar, danslar ama neşeden çok ağır bir hüzün hakimdi oyuna. Ne kadersiz kadındı şu Fosforlu. Küçük yaşta düşmüştü o yollara... Sevmek nedir bilmeden girmişti bir sürü adamın koynuna. Ama hayat bu ya işte nihayet sevdiğinde birini, en olmayacak bir aşka saplanmıştı artık kalbi. Aşkıyla temizlenmişti ruhu, kalbi çarptıkça sevdiği için masumluğuna döndü Cevriye. Ama ne acı ki her imkansız aşkta olduğu gibi öldü Cevriyenin ruhu...

Sevdiği adam da aslında ölüyordu onun aşkından. Ama işte hani bazen çok sevseniz de sevdiğinizi korumak için onu uzak tutarsınız ya kendinizden o da çaresiz uzaklaştırmaya çalıştı Fosforluyu kendinden. Ama olmadı tabii. Gönüller ferman dinlemedi. İkisi de eridi gitti.
Oyunu izlerken kendi iki yüzlülüklerimizle yüzleştim, neler yaşadıklarını bilmeden önyargılarımızla insanları eleştirirkenki şiddetimize kızdım ve ahlaksız, kanunsuz vb diye yaftalanan insanların kalplerinin taa en derinlerinde temiz duyguları saklayabileceklerini gözardı etmemize bozuldum.
Ama öte yandan varlığına inandığım gerçek ve temiz sevgiyi hatta kendinden bile daha fazla sevebileceğin insanlar için herşeyin en güzelini arzulamayı ve böyle sevdiğinde en kirli günahlardan bile arınılabildiğini, tertemiz ve saf olunabileceğini gördüm.
Ne yazık ki oyun bize hüzünlü bir sonla veda etti.

Hayatta da böyle olmuyor mu zaten. Hiç görüyor muyuz en büyük aşkların mutlu sona kavuştuğunu. Aslında mutlu son yok galiba. Başlangıçlar hep mutlu. Sonlar ise hep hüzün dolu. 





Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Her ayrılık bir "Veda"yı hak eder...

Kalplerin Kraliçesi Babaanne oldu... (Bölüm 6)