Sofya'da...Yaratıcılık güzel şey...
Birşeyleri hayal edip, sonra o hayalleri gerçekleştirip, ortaya bir ürün koymak, yani bir tür yaratmak güzel şey...Sofya gezimden aklımda kalan izlenimlerin başında bu geliyor...
Yaklaşık 2 hafta önce iş için Sofya'ya gitmiştim. Her yurtdışı seyahatimde olduğu gibi bu sefer de minik yeğenime ilerde "Teyzem de bunu bana Sofya'dan getirmiş" diyeceği bir hediye aramaya koyuldum boş zamanımda. Ama ne kadar zorlandım anlatamam.
Ekonomileri Türkiye'den çok da ileride değil, hele çarşı pazar bizim kadar renkli hiç değil. Yeni yıl ve onlar için daha da öneme sahip Noel yaklaşmış olmasına rağmen sokaklar ışıltısızdı. Koskoca şehirde sadece bir tane çam ağacı gördük o da Astra Zeneca'ya ait reklamdı. Ama tabii süslenmiş çam ağacı açı bizler geçtik önüne fotoğraf üzerine fotoğraf çektik. Hatta o yüzden seyahatimize ve bu fotoğraflarımıza "Astra Zeneca sponsorluğunda gerçekleştirmiş olduğumuz Sofya seyahatimizden anılar" diye isim bile koydum.
Genel olarak temiz bir şehir Sofya, havası da sokakları da. Sadece bana biraz binaları eski geldi. O da eski rejimin etkisi deyip geçtim.
Kril alfabesiyle yazılmış yazılar beni çok mutlu etti, kendimi Moskova'daymışım gibi hissettirdi biraz. Malum şu dünyada en sevdiğim şehirler listesinin ilk sıralarında yer alır Moskova. Ama Moskova'nın arka sokakları gibiydi Sofya. Sadece tarihi meydan ve şehir merkezine hayran kaldım diyebilirim. Hele de biz toplantıya girerken günlük güneşlik havanın yarım saat içinde fırtınaya, tipiye teslim olduğunda, ayağımdaki spor ayakkabılar ve aklımda oteldeki kar botlarım geldikçe endişeli anların başkenti oluverdi Sofya. Hani kara karşı tedbirin hiç olmasa neyse, ama onları toplantı yerine 15 dakikalık mesafedeki otelinde bırakmışsan güneşe aldanıp, bu durum daha bir koyuveriyor insana. Tüm akşamı sırılsıklam ayaklarla ve ıslak bir kot pantalonla geçirmek de bu durumun bonusu oluyor.
Ama birlikte olduğumuz ekip o kadar eğlenceliydi ki pek de umrumda olmadı donan ayaklarım... Üşüyen bacaklarım. Toplantıya ara verip o güzel meydanın yarım saat önce ve yarım saat sonraki hallerini fotoğrafladık. Üstelik bizde de ne ayak varsa Sofya'ya ilk karı da biz yağdırmışız bu sene.

Sabah tekrar toplantıya gitmek için uyandığımızda, güneş yine ışıl ışıl parlıyordu. Ama ona dedim ki "yo yo bu sefer beni kandıramazsın." ve kotumun içine külotlu yün çoraplarımı giydim, ayağıma da çektim kar çizmelerimi... Zaten montum kayakçı montu, ohhh sıcak sımsıcak bir gün beni bekliyordu. Zaten griptim Sofya'ya giderken bi de zatüree olup ciğerlerimi bırakamazdım orada. Ama yollar nasıl buz tutmuştu güneşe rağmen anlatamam, az kalsın çanağı orada bırakacaktık. Belediye gece hiç çalışmamış, aynı bizimkiler... Karlar buza dönmüş... Eriyen yerlerse güneş sayesinde...
Toplantımız öğleden sonra bittiğinde, bize şehri tanımak için de fırsat doğmuş oldu. Toplantı yerinin hemen camından gördüğümüz manzaranın içine daldık... İlk olarak merkezdeki büyük katedrali ziyaret ettik. Güzeldi, hem de çok güzeldi ama kapısında Osmanlı'dan kurtulmalarının kutlaması olarak inşa edildiğini öğrenince "Vay" dedik "Ecdadımız amma esmiş gürlemiş adamlar bölgenin en büyük ibadethanesini bizden kurtulmalarının şerefine yapmış."... Tabii ben de o Ataların bir torunu olarak, yine bir diğer torundan ilham alarak Balkanların orta yerine inşa ettirdiğimiz katedralin önünde "Tarih hayal edenleri değil yapanları hatırlar" pozu verdim hemen...



Ve Sofya için son bir tavsiye... Ne yapın edin, Bvlgari pastanesine bir uğrayın. Muhteşem pastaları var. Herbiri göz alıcı. Ve Sofya'daki en güzel vitrine sahip yer bence... Şimdi hedefim pastanenin vitrininde gördüğüm atlı karınca şeklindeki pastayı minnak yeğenimin doğumgününde yaptıracak bir pastane bulmak.
Yorumlar
Yorum Gönder