İçimdeki iyi kötü çarpıştı... Pi yaşadı...

Uzun süredir sinemalara iyi bir film gelmiyordu.. Ama son iki-üç haftadır hangi filmi izleyeceğimi şaşırmış durumdayım. Eğer tüm kış sezonu böyle geçerse eski günlerime dönüş yapıp vizyona yeni giren filmlerle her hafta en az bir kez sinemaya gitmiş olacağım. Sinemadan bu filmi izleyip çıkalı 3 gün oluyor ama hala etkisindeyim. İşte Pi'nin yaşamı... 

Oscar'lı yönetmen Ang Lee'nin yeni filmi Pi'nin yaşamı Yann Martel'in çok satan romanından uyarlama. Kitabı okumadım ama filmi izledikten sonra okuma listemin ilk sıralarında kendisine kocaman bir yer açtım. Bilirsiniz filmler genelde uyarlandıkları romanlardan daha az etkileyicidirler o yüzden çok meraktayım beni bu kadar çok etkileyen filmin romanı nasıldır acaba? Gerçi Ang Lee'den pek şüphem yok çünkü inanılmaz bir görselliği vardı. Hatta öyle ki gerçek olamayacağını bildiğiniz sahnelerde bile acaba dedirtiyor insana, acaba bunca mirketi nasıl biraraya getirdiler, acaba onca balık nasıl uçtu, denizde gerçekten de geceleri böyle ışıklar oluşuyor mu gibi bir çok sorunuz olabiliyor.Ya da gerçekten bir insan Bengal kaplanıyla denizde ufacık bir kurtarma botunda onca süre yaşayabilir mi? 

Ama yo yo yo bu soruların hepsi sıradan sorular, film asıl soruyu sonunda soruyor insana... Bu kadar süredir izlediğiniz hikaye mi gerçek yoksa şimdi anlattığımız mı? İşte bu soru suratınıza Osmanlı tokadı gibi yapışıyor ve yüreğinizde kocaman bir sorgu süreci başlatıyor.
Biliyorsunuz ben blogumda filmleri, oyunları ve her türlü izlencenin konularını anlatmaktan çok bana hissettirdiklerini anlatmayı tercih ediyorum. Böylece aslında yüzlerce web sayfasında bulunabilecek konu anlatımlarındansa izlediğinizde neler hissedebileceğinize dair ipuçları vermeye çalışıyorum. Ama Pi'nin yaşamı beni nasıl zorladı anlatamam . Yani bu filmi anlatmadan ne hissettiğimi anlatmakta zorlanıyorum.

İnancı, iyiliği, kötülüğü, yaşamayı, hayatta kalabilmeyi anlatıyor film. Bir yandan hikayesini anlatırken, bir yandan da semboller aracılığıyla sürekli olarak düşünmeye ve hayata dair pek çok şeyi sorgulamaya yöneltiyor insanı. Gerçekten diyorsun gerçekten bir insan aynı zamanda hem Budist, hem Hıristiyan, hem Müslüman ve hem de Yahudi olabilir mi? Aslında tüm bu dinler bize aynı şeyleri farklı şekillerde öğretmiyor mu? Hinduizmde sayıları neredeyse yüzü bulan ve farklı farklı şeyleri yaratan Tanrılara karşın tek tanrılı dinlerde de aslında dünyayı yaratan ama adı Allah veya Tanrı olarak değişen yaratıcıya inanılmıyor mu? Ve bir çocuğun saflığıyla ve sonra da zorlu bir mücadelenin ortasında pek çok kez de bizi üzen anlarda olduğu gibi soruyor Pi "Tanrım neden bana bunu yapıyorsun?" ve sonra karnının doyduğu, nihayet kurtulduğu ve hatta İsa'yı tanıdığı anlarda da tıpkı mutlu anlarımızda olduğu gibi şükrediyor tanrılarına...

Adı gibi değişik bir karakter aslında Pi, dünyaya bakışı masumca ama bir yandan da sorgulayıcı, peki bu masumiyetle zorlu bir mücadeleden sağsalim kurtulması nasıl mümkün oldu... Aklıyla mı, zekasıyla mı yoksa içindeki vahşi varlığın kendini korumasıyla mı? Peki ya biz neye inanmalıyız? Hangi hikaye gerçek... Çocuk masumiyetiyle hepimiz izlediğimiz hikayenin güzelliğine mi inanmalı ve de asıl hikayenin mecburi vahşetini inkar mı etmeliyiz? Yoksa asıl hikaye diye bir şey yok mu? Asıl hikaye bizde mi saklı? 

Yoksa şu hikayedeki gibi mi herşey? Cherokee kabilesinin yaşlılarından biri kabilenin gençleriyle hayat, aşk ve evlilik üzerine konuşurken şunları söylüyor; "İçimizde iki kurt var ve bunların arasında da korkunç bir savaş. Kurtlardan biri korkuyu, öfkeyi, kıskançlığı, pişmanlığı, açgözlülüğü, kibiri, küskünlüğü, aşağılık duygusunu, yalanları, üstünlük taslamayı ve bencilliği temsil ediyor, diğeri ise; zevki, huzuru, sevgiyi, umudu, paylaşmayı, cömertliği, dinginliği, alçak gönüllülüğü, nezaketi, yardımseverliği, dostluğu, anlayışı, merhameti ve inancı." Bunun üzerine dinleyenlerden biri soruyor "Peki hangi kurt kazanacak?" Yaşlı adam kısaca cevap veriyor "Beslediğiniz."

Bu hikayede de anlatıldığı gibi bu film için de şunu söylemem mümkün hepimizin içerisinde bir iyi bir de kötü yan var... Hangisi beslenirse odur gerçek olan ve odur bizi tanrıya inandıran veya ondan uzaklaştıran... İşte bana tüm bunları tekrar tekrar düşündürten sıradışı hikayesiyle Pi'nin Yaşamını sadece bir kez izlemekle yetinmemeli, içeriği dolu dolu bu film için son bir tavsiye eğer mümkünse tadı tam da öyle çıkarılacak görselliklerle dolu dolu filmin 3 boyutlu versiyonunu izleyiniz... 

Yorumlar

  1. inanılmaz felsefi konuların üzerinize yağmur gibi yağdığı bir kitap ve filimi..sonuç...yaşadığımız sıradan olaylar mecazi anlamlara büründüğünde inançlı olup olmamak yolculuğunda yolumuzu buluyoruz...aynen filimin gerçek hikayesindeki orangutanın anne sırtlanın ahçı olması durumundan ilahi bir sonuca ulaşmamızın mümkün olmaması gibi.görünmeyeni gördüğümüz de duyulmayanı duyduğumuz da varız galiba.....Sevgiyle kalın..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. inanılmaz güzel anlatmışsınız.. Çok teşekkürler..sevgiler

      Sil
  2. Biraz önce Sevgili Deep'in blogunda da okudum. Mutlaka izlenecek bu film, not alınmıştır :)

    YanıtlaSil
  3. kesinlikle izlemeli bu filmi...bugün kitabını da aldım... Ve filmi bir kez daha izlemeyi planlıyorum

    YanıtlaSil
  4. Film görselliğiyle göz dolduruyor, eyvallah fakat burdan dinlerin hepsi aynı şeyi öğütler dersek tüm dinler aynıdır demeye getiririz bunu.
    İslamı anlatan bi imam bile yoktu oysa hırıstiyanlığı papaza anlattırdılar. Hinduizm i de... Abartmıyorum.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. aslında tüm dinler temelde aynı şeyi öğütlemez mi Süleyman Bey.. iyi olmayı, insanlara iyilik yapmayı, sadece inanç sistemlerinde ayrışmazlar mı? elbette ki haklısınız papaz anlattı iki dini, diğer dinlerse aslında anlatılmadı ama galiba filmin amacı da dinleri anlatmak değildi. inanmayı anlatıyordu sanki... çok teşekkür ederim nazik düşüncelerinizi paylaştığınız için...nicelerini paylaşmak dileğiyle

      Sil
  5. bu film de bana ölüm ile yaşam arasındaki ince çizginin ne kadar mükemmel bir şekilde filme empoze edilmiş olması beni çok şaşırtı!!!bir insanın yaşabileceği her türlü duyguyu barındıran bu filmde acı ve sevgi ana unsurdu. bir kilim üzerine özenle bezenmiş bir desen gibiydi desem abartmış olmam sanırım!!!inanç,açlık,yanlızlık.umut.dostluk ve en önemlisi sevgi daha ne olablir aklıma gelmiyor!!!kaç insan ölümü olacak bir sebebi kendine dost edeblir ve onu sever? bunu yaptıran yanlızlık mı ? yoksa denize düşen yılana mı yoksa bir bengal kaplanına mı sarılır:))) ben çok beğendim saygılar...

    serhat bülbül

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. hayat asla yalnız başarılacak ve zafere ulaşılacak bir savaş değil galiba:)
      bu güzel yorum için teşekkürler...

      Sil
    2. kesinlikle haklısınız elif hnm:) hayata tutunmak için bir sebeb aramak insanın özünde olan birşey...

      Sil
  6. Filmi ve filmden anlatılmak isteneni güzel özetlemişsin. Yorumlara cevaplarını da okudum. Yalnız çok kısa bir süre içinde bu ya da başka bir filmi tekrardan izleyip kitabını almaya değer mi yoksa başka filmlere veya hikayelere kanazlize olup aradan bir süre geçtikten sonra başka bir ben/Elif/Deniz olarak dönüş yapmalı?

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kalplerin Kraliçesi Babaanne oldu... (Bölüm 6)

Bir küçük cadı...