Kalplerin Kraliçesi Babaanne oldu... (Bölüm 7)

Kraliçelik tahtının tek sahibi olacakken o kalplerdeki tahtlara kurulmuş, nihayet sevgisiz kocasının kollarından aşka doğru yol almış mutlu ve yardımsever bir genç kadın olan Diana'nın hayatının bu güzel günleri beklenmedik bir anda ve hem de bu yeni yolun henüz başındayken Paris sokaklarında sona erdi. Kazanın ardından pek çok şey söylendi yazıldı... Ama hiçbirisi onu sevip kalplerinde yer verenlerdeki Diana sevgisini değiştirmedi aksine sonsuza kadar orada Kalplerin Kraliçesi olarak yaşamasını sağladı...


"Diana'nın naaşı olayın hemen ardından 31 Ağustos 1997 pazar günü Kraliyet filosuna bağlı BAE 146 uçağıyla ülkesi İngiltere'ye götürüldü. Bu ülkeye dönüş yolculuğunda Prensesin tabutuna Galler Prensi Charles ve Diana'nın ablaları Lady Sarah Mc Corquadale ve Lady Jane Fellows eşlik ettiler. Uçağın Northolt askeri havaalanına inmesinden sonra, Kraliyet sancağına sarılı tabut, Kraliyet Hava Kuvvetlerine bağlı Kraliçe'nin muhafız alayı tarafından uçaktan indirilerek beklemekte olan cenaze arabasına taşındı. Başbakan da cenazeyi karşılayanlar arasındaydı. Tabut Northolt askeri havaalanından Londra'daki özel bir morga götürüldü. Gece yarısından kısa bir süre sonra da 6 Eylül cumartesi günkü cenaze törenine dek kaldığı Westminister Abbey'deki St.James Sarayı içindeki Kraliyet Şapeline taşındı. Diana'nın aile bireyleri ve dostları saygı gösterisinde bulunmak üzere şapeli ziyaret ettiler. Cenaze töreninin ardından Lady Di'nin naaşı ailesinin Althorp'daki malikanesine götürülerek toprağa verildi." (Dinç, Aslı, My Lady Di(es) Bir Prensesin Ölümü (der) Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, Ekim 1997 s.15)

Bu dönemde Diana ve basın ilişkileri incelenirken çok kompleks bir yapıyla karşılaşılmaktadır. Bu kaza sadece Diana'nın ölümüyle sonuçlanmasının ötesinde pek çok tartışmayı da beraberinde getiriyordu. Monarşi, derin devlet, din, aşk, ihanet, komplo teorileri, basın etiği, paparazziler, özel hayat bu tartışmaların merkezine yerleşiyordu.

Diana'nın ölümü tüm dünyayı ve pek tabii ki basını "şok" etmişti. Henüz 36 yaşında olan ve aradığı mutluluğa yeni kavuştuğuna inanılan, hayat dolu bu kadın "beklenmedik" bir şekilde ölmüştü. Basın böyle söylüyordu. Oysa kazaya sebep olduğuna inanılan yine basın basın mensuplarıydı, daha doğrusu basının çok yüksek ücretlerle fotoğraflarını satın aldıkları paparazzilerdi. Bu tartışma kazadan iki gün sonra çıkan gazetelerde iyice yoğunlaşıyordu.

Türk basını da bu olaya geniş yer veriyordu. 1 Eylül tarihinde gazetelerin il sayfalarında Diana'nın öldüğü haberi manşetten verilirken, tüm köşe yazarları ondan ve kazadan bahsediyordu. Diana'nın hayatı ile ilgili yazı dizileri yayınlanıyor, dergiler özel sayılar çıkartıyor, gazeteler özel eklerinde kazayı ve Diana'yı anlatıyorlardı.

Kazanın ilk haberinin yayınlandığı günden cenaze törenine kadar geçen bir haftalık süre içinde tartışmalar özellikle basın etiği ile özel hayat üzerinde yoğunlaşıyordu. Bu haberler Diana'nın paparazzilerle olan ilişkisini ele alarak değerlendiriliyor ve tüm haberlerin ayrılmaz bir parçası olarak Diana'nın fotoğraflarının çekilmesinden çok rahatsız olduğunu gösteren görüntüleriyle destekleniyordu.


Bu tartışmalar haberlerde yoğun olarak yer alırken, Türk basınında tüm köşe yazarları tıpkı yabancı meslektaşları gibi bir yandan günah çıkarırken, bir yandan da talebi oluşturan halka taş atıyorlardı. Özel hayata dair tartışmada ise tüm görüşler bir noktada birleşiyordu: Diana ve Diana gibi ünlü olan, ünlü olmayı seven ve ünlülüklerinden vazgeçemeyen isimler özel hayatlarından bahsedemezler, özel hayat sade vatandaşlara özgüdür.

Tüm bu tartışmalarda basın kendi kendiyle hesaplaşırken, geçmişinin ve geçmişten alacağı derslerle geleceğinin hesabını yapması gereken bir diğer yapı ise İngiliz Monarşisi oluyordu. Halktan kopan, sıkı kuralları ve soğuk yapısıyla son yıllarda halk ile arasına giderek yükselen bir duvar ören Kraliyet ailesi için artık durup düşünme zamanı gelmişti. Sarayın pek çok kuralına karşı koyarak "Halkın Prensesi" olmayı başaran Diana bu duvarın daha fazla yükselmesini bir parça da olsa engellemişti. Artık Sarayın da yapması gereken Diana'dan ders alarak yeniden yapılanmasıydı. Bu dönem "peri kızı", "güzel kadın", "yardımsever kadın" ve "anne kadın" mitoslarıyla efsaneleşen Diana, kendisi başlı başına bir mitos halini alıyordu.

Diana'nın kişilik özellikleri olarak, insani duyarlılığı, utangaç gülümsemesi, sadeliği, muzip bakışı, mükemmel anneliği, mahzun duruşu, sıradan insanlara değer vermesi, yardım çalışmaları, protokolden kasılıp kalan monarşilere çağdaş hükümdarların nasıl olması gerektiğini göstermesi, gönlünden geldiği gibi davranması, sevgi dolu olması, insanlığın tüm ayıplarıyla ilgilenmesi (savaş kurbanları, bakıma muhtaç ve yalnız bırakılmış hastalar, özürlüler, yoksullar, yaşlılar), boşandığı zaman prensesliğe veda ederken hep asıl isteği olduğunu söylediği gibi kalplerin kraliçesi olması, dünyanın en çok fotoğrafı çekilen kadını olması, Kraliyet ailesinin dünya çapında en çok tanınan ve sevilen üyesi olması, Kraliyet ailesinin üyelerinden farklı olması ve saf bir İngiliz olması ön plana çıkarılmıştır. Tüm bu özellikleri Diana'nın pek çok resmi ile desteklenmiştir.



Diana'nın Türk ve Müslüman ülkelerinin basınında öne çıkarılan bir diğer özelliği ise Müslüman erkeklerle olan beraberlikleri ve Dodi ile evlenerek Müslümanlığı seçmeye karar vermiş olduğu iddiasıdır. Diana ve Müslümanlıkla ilgili bu tezler bir başka soruyu da beraberinde getirmiştir. Müslüman bir Ana Kraliçe İngiliz Kraliyet Ailesi tarafından istenmemektedir o halde bu kaza gerçekten de bir kaza mıdır?

Bu komplo teorileri içerisinde tartışılan bir diğer nokta da Diana'nın can çekişirken hastanede doktorlara hamile olduğunu itiraf ettiği yönündeki iddiadır. Doktorların inkarlarına karşın, komplo teorisyenleri, bu iddianın gerçekliğine inanmıştır hatta doktorların bu gerçeği sarayın baskısı sonucu bir sır olarak saklamak zorunda kaldıkları da iddia edilmiştir. Diana ve Müslümanlık ilişkisi üzerine bir diğer tartışma Diana'nın sevgilisi Dodi'nin babası ile İngiliz Kraliyet Ailesi arasındaki gerginlik üzerinedir. İngiliz İstihbarat servisininde ve Dışişleri Bakanlığında hakkında pek çok dosya bulunan Muhammed Al Fayed'in İngiltere vatandaşlığına geçme tutkusunun yanında sağladığı haksız kazançlar, Thatcher Hükümeti ve İşçi Partisi ile seçim dönemlerinde girdiği illegal ilişkiler, tüm detaylarıyla irdelenmiştir. Ayrıca Baba Fayed'in vatandaşlığına bir türlü girmeyi başaramadığı İngiltere'yi veliaht prensin annesiyle oğlunu evlendirmek suretiyle dize getirme çabası içerisinde olduğu, "Ben de Kralın üvey Büyükbabası" olacağım sözleriyle ön plana çıkarılmıştır. Bu durumda Diana "kullanılan kadın" konumuna yerleşmektedir.

Zaman gazetesi Diana'nın Müslümanlığı aslında Dodi'den öce Pakistanlı doktor Hasnat Khan ile birlikte olduğu sırada incelediği, zengin bir ailenin kızı olan çok yakın arkadaşı Sheila (Jemima) Goldsmith ile kriket oyuncusu Imran Khan'ın evliliklerinden çok etkilendiği, İslamiyet hakkında Charles'ın himayesinde bulunan Oxford İslam Araştırmaları Enstitüsü aracılığıyla da bilgi sahibi olduğu ve İslamiyetin gereklerini yerine getirdiği, Arapça dua etmek istediği gibi hususlara yer vererek Diana ve Müslümanlık ilişkisini detaylı olarak irdelemiştir. Hatta Zaman Gazetesi Diana için "İslamın nuruna kavuşmuştu." ifadesini de kullanmıştır.

Diana ile ilgili komplo teorileri "derin devlet" tartışmalarını da gündeme getiriyordu.  Hatta öyle ki; kazanın meydana geldiği Pont de L'Alma geçidinin "simgesel değeri"nden söz edilmiştir. Buna göre; tünelin adını taşıyan Pont de L'Alma tarihi bir mahaldir. Hristiyanlıktan önce putatapıcıların kurban sunağı olan bu yer MÖ 500-751 yılları arasında hüküm süren Merovingian Hanedanı döneminde birbiriyle ihtilaflı iki kral savaşırmış. Çünkü efsaneye göre orada ölen kişi hemen cennete gider, Tanrı'nın sağ tarafında oturup düşmanının eylemlerini izlermiş. Bu kaza için de bu yer özellikle seçilmiş diyor komplo teorisyenleri; çünkü orası merkez yapan putatapıcı Merovingian halkının izlediği yol, tarihte "Diana Kültü" olarak anılırmış. Böylece Diana'nın "peri masalı" hayatı bir "efsane" ile noktalanmış olmaktadır.

Diana'nın Dodi ile evleneceğinin kanıtı ise Dodi'nin son yemeklerinde Diana'ya hediye ettiği aşkı simgeleyen nişan yüzüğüdür. Yine bu son yemek ile ilgili verilen bilgiler arasında çifte ünlü pop müzik sanatçıcı Michael Jackson'un eşlik ettiğidir. 

Tüm bu tartışmalarla geçen günlerde basının odaklandığı bir diğer nokta İngiliz halkının Diana'ya olan sevgisi ve bu sevgiyi sunmak adına Kensington Sarayı önüne bıraktıkları çiçeklerle bir sevgi seli yaratmalarıdır. Bu fotoğraflarla Diana'ya olan sevginin büyüklüğü ve bu sevgi ile halkın Kraliyet Ailesini dize getirdiği ve Diana'nın ölümüyle de devrim yaratma gücüne sahip olduğu söylenmiştir.

devam edecek...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Her ayrılık bir "Veda"yı hak eder...

Kalplerin Kraliçesi Babaanne oldu... (Bölüm 6)