Oscarcanla geride kalan 3 yıl...

Bundan tam 3 yıl önceydi... Ankara'dan İstanbul'a yaptığım en heyecanlı yolculuğum, uçağın pistten tekerleklerini ayırdığı anda kalbimin güm güm etmesiyle başladı ve 3 yıldır her anı dolu dolu devam ediyor... Dilerim bu yolculuk çok uzun sürer, doğanın izin verdiği kadar uzun... Ve dilerim doğa bize bu yolculukta çok bonkör davranır... Zamanımızı sonuna kadar kullanmamıza izin verir...


Küçük bir kız çocuğuyken en büyük hayalimdi bir köpeğimin olması. Ne zaman ki Beethoven filmini izledim o an başladı bende köpek aşkı... O günden sonra hep bir köpekle hayatımı paylaşmak istedim durdum. Üstelik taa 1989'da da babamdan bir söz aldım. Çayyolu'nda yapımına başlanan kooperatif evimize taşındığımızda, bahçemiz de olacağı için bir köpeğimiz olabilecekti... Sabırla yılların geçmesini bekledim... Bekledim ve bekledim...



Her kooperatif gibi bizim evin bitmesi de uzun çok uzun sürdü ve takvimler 1999 Aralık'ını gösterirken biz nihayet o hep beklediğim bahçeli evimize taşındık. Artık tek dileğim yazın bir köpeğe kavuşmaktı, zaten o eve taşınmayı da sırf o yavru köpeğe kavuşmak umuduyla çok istiyordum... Ama ne o 2000 yılının yazında ne de sonrasında hep evden almaya gidiyorum diyerek çıktığım minik tüylü arkadaşımı annemin "hayır" nidaları eşliğnde alamadan dönüyordum. Tabii annemin elinde büyük bir koz vardı "allerjilerim"... Hele ki en son astım krizinden sonra doktorum akvaryum dahil olmak üzere evde tüm hayvanları ve hatta açıkta bekleyen suyu bile yasak edince bana hayal oldu miniğe kavuşmak. Ama içim içimi de yedi durdu yıllarca. Derken sene 2010 ve o zaman yakın bir arkadaşımın golden retrieverı var... Ben nasıl istiyorum sevgili Katya ile allerji denemesi yapmayı. Ama arkadaşım bu riske girmeyi çok tehlikeli buluyor. Neyse ki izin verdi bana en sonunda ısrarlarıma dayanamayıp ve işte benim düşündüğüm gibiydi herşey Katya'yı öpüyor, kokluyor, sarılıyor, seviyordum ama bana hiçbir şey olmuyordu... Demek ki bir şeyim yoktu... Zaten sevgi tüm hastalıkları tedavi gücüne sahip en güzel ilaç... İşte size ispatı... Ve birden arayışım başladı... Pet Shoplara gidiyordum, hep dişi bir köpeğin sahibi olmak istiyordum ama gel gör ki Cepa'daki petshopun cameakanlıı bölümünde yaklaşık 6 aylık bir erkek beagle duruyordu. Adama sordum bana daha küçük olduğunu söyledi. "Bak" dedim "beni boşuna kandırmaya çalışma 20 yıldır okumadığım köpek kitabı, izlemediğim köpek filmi, gitmediğim pet shop kalmadı. Bu cins en fazla bu kadar büyüyor zaten belki birazcık daha bu köpek altı aylık. Neden hala burada?" adam ıkım mıkım etti tabii benim ona karşı tepem atarken bir yandan da o köpeğe acıma duygum depreşti. Ve dişi köpek isteğimi rafa kaldırdım kaldırmasına da o kadar büyümüş ve 6 ayının büyük bir bölümünü pet shop vitrininde geçirmiş bir köpekle üstelik evdekiler de  köpek almama hiç taraftar değilken ne gibi sorunlar yaşardım, o takıldı kafama ve veterinerlere sordum, köpek sahibi arkadaşlarıma sordum... Bu arada kardeşimin eşi bana "Elif" dedi "sen dişi istiyordun adı bile hazırdı Lilly olacaktı hani... Bu köpek erkek ne yapacaksın? Adını ne koyacaksın?" Hiç tereddütsüz "Oscar" dedim...



Ama tabii araştırmalarım, düşünmelerim sonucunda o zavallı köpekten vazgeçtim. Bu arada golden retrieverlar için kurulmuş bir mail grubunda bir ilan çıktı İstanbul'da bir güzel golden 11 yavru doğurmuştu. İşte kader denen şey var ve bu da onun  ispatı.... O ilan geldi beni buldu ve ben o 11 yavrudan kalan 4 yavrudan birine talip oldum. Nasıl olduysa benim adını Lilly koymayı planladığım dişi yavruyu evin minik kızı başkasına vermiş ve benim kız gidince bir erkek yavru ve iki dişi yavru kalmıştı. Dürüstçe itiraf etmem gerekirse onların videolarına baktığımda benim aklım hep siyah kurdeleli minik prensteydi ama erkek diye acabalarım vardı. Yavruların annesi Maya'nın sahibi Gülçin ile bir birimize mail gönderip, konuşurken bu isteğimi dile getirdim ve dedim ki "Aslında ben dişi istiyorum ve adı Lilly olsun istiyorum ama gel gör ki aklım siyah kurdeleli de onu alacak olsam adını Oscar koyardım" ve Gülçin şaşırdı meğer onlar yeni sahiplere bırakmışlar isim verme hakkını ama kendi aralarında siyah kurdeleliye dedesinin adı ve ona çok benziyor diye Oscar diyorlarmış... O an anladım Oscar benimdi... Herşey hazırdı, uçak biletim Oscar'ın eşyaları, kulübesi... Ve annemler tatildeydi, benim bu heyecanlı yolculuğumun sebebinden habersiz... THY en heyecanlı yolcusunu taşıyordu... İstanbul'a indiğimizde saatler neredeyse gece yarısını gösteriyordu ama benim daha fazla bekleyecek sabrım yoktu... 20 yıl beklemiştim ama 1 gece daha bekleyemiyordum işte, Gülçin'i aradım "geliyorum ben saat biraz geç ama müsaitsen gelmek ve ona kavuşmak istiyorum..." ne iyi kadındır şu Gülçin heyecanı anladı ve beni gecenin o saatinde de olsa evine kabul etti. Oscar'ım küçük prensim daha ben eve girer girmez bacaklarıma dolandı... Ve bizim aşkımız işte tam o anda başladı 12 Ağustos 2010 gecesinde... Yani bundan tam 3 yıl önce...


İlk haftamız o kadar zordu ki... Oscar minicik bir bebekken otobüsle Ankara'ya gelmiş ve ben izin alamadığım için 1 hafta evde gündüzleri yalnız kalmıştı. Aman ne yaygara ne tantana... Eve her gelişimde çiş ve kaka temizliyordum ve yavrucuğun tüm gün havlamaktan sesi kısılıyordu. Canım kuzenlerim de bana yardım ediyorlardı. Her akşam biri bende kalıyordu olur da aniden allerji olursam diye... Hele canım canım Sümeyye'm... Kaç geceyi beraber uykusuz geçirdik Oscar'ın viyaklamaları, ağlamaları eşliğinde... Hele de son gün tüm evi onunla pırıl pırıl yaptık ki eve döndüğümüzde annem Oscar'la geride bıraktığımız çişli-kakalı 1 haftanın hiçbir izini bulamasın diye... Geceleri Oscar aşağıda ağlarken ben yukarıda ağlıyordum. İşe zombi gibi gidiyordum. Ama biliyordum o günler geçecekti ve Oscar ile rahat günlerimiz gelecekti. O bize biz de ona alışacaktık.  Ve minik oğlumla bu kez uçakla Antalya'ya geldik... Herkes teyakkuzda bekliyordu. Annem bu minik yavruya ne diyecekti. Oysa korkulan olmadı ve pamuk topağını annem hepimizden çok sevdi. 3 yıldır ona hiç dokunmasa da, birlikte 1 fotoğrafları dahi olmasa da onu ne çok sevdiğini görebiliyorum gözlerinde. Hastlandığında endişe ediyor, onunla benimle bile konuşmadığı kadar sevecen konuşuyor, eee az iş mi biz hepimiz işe giderken Oscar anneme arkadaş kalıyor bahçede de olsa evde... Evdeki herkesin sevgilisi Oscar... Hatta sokak köpeklerinin saldırısına uğrayıp tüm köpeklere düşman kesilen anneannemin bile... Öyle ki beni görmeden durabiliyor da tüylü oğluna uğramadan edemiyor 80 yaşını aşkın kadın... Teyzem köpeklerin hepsinden korkan teyzem bile Oscar'la sevdi köpekleri. Hatta mucize gibi onu sevip, okşayabiliyor bile... Hem Ankara'daki evimizde hem Antalya'daki yazlığımızda tüm komşularımızın da sevgilisi Oscar... Gittiği yerlerde hemen maskotlaşıyor benim küçük yaramazım...



Geride bıraktığımız üç yıla baktığımda ne heyecanlandığım anlar var sevinçle... İnanmazsınız ama tarihiyle hatırlıyorum 31 Aralık 2010'da Oscar bana yılın en komik yılbaşı hediyesini verdi... Ayağını kaldırıp gerçek bir erkek köpek gibi çişini yaparak hem de... Sonra 2011'in Ocak ayında ben Marmaris'e duruşmaya gittiğimde onu sevgili veterinerimiz İlker Bey'e bırakmıştım, Yıldız Veteriner Kliniğine... Döndüğümde bana Oscar'ın baba olamayacağını doğuştan kısır olduğunu söyledi İlker Bey... Ona itiraz ettim "Hayır" dedim "Sonra inecek testisleri o bebek şimdi" İlker Bey gayet yumuşak bir tavırla ve tabii biraz da teselli ederek "Üzgünüm Elif Hanım, Veteriner olan benim ve ne yazık ki baktık biz banyo sırasında anladık ki testisleri yok ve ultrason kontrolünde de anladık ki içeride de yok"... O an yıkıldım benim yakışıklı bebeğimin bebekleri olmayacaktı, bu güzellik devam etmeyecekti. Öle üzüntülü otururken birden gülmeye başladım, hayat garip bir şekilde "Dileklerine dikkat et" diyordu bana. Tabii Veterinerimiz de halime şaşırınca ona "Ben aylar önce Oscar bebekken onun karnını seviyordum. Bana şimdi böyle sevebildiğimi ama o erkek olduğu için testisleri inince karnının altını böyle sevemeyeceğimi söylemişlerdi. Ben de o zaman  'Oscar oğlum senin karnın öyle olmasın ben hep seveyim' demiştim. Sonucunu bilemedim tabii İlker Bey ama Allah bir şekilde isteğime evet demiş oldu" dedim... Hala güleriz bu duruma...



Oscarcanımın dişleri değişirken tek tek toplamaya çalıştım bebeklik dişlerini... Anı diye saklıyorum bir minik kutuda... Sonra bir sürü fotoğrafımız var... O büyürken çekilmiş... Güzel oğlumla neler neler yaşadık biz. Hastalandı bir kaç sefer... Ben öldüm üzüntüden... Her anımı onun için endişelenerek geçirdim. Yaramaz bıdık bahçede çıkan mantarları yiyince saatlerce bekledik bir şey olmasın diye. İshalle yırttı minik bıdırık... Hatta çok yakın bir zamanda bahçede ne olduğunu anlayamadığım avucum kadar büyük beyaz bir şey yedi de yaklaşık 40 dakika arabayla tur attık beyefendi ne yediyse kussun diye. Meğer tavukmuş... Oscarlı hayat işte böyle her anı ayrı bir heyacan, ayrı bir neşe bazen de endişe dolu... Ama çoğunlukla sade bir yanımız da var klasik yaptıklarımız mesela....Birlikte yürüyüşler yapıyoruz taa ilk günümüzden beri... Hiç bir gün sektirmem... Kar, kış, soğuk, buz, sıcak demem... Komşularımız bile şaşırırlar sabahın 6'sında her sabah Oscar'la yürüdüğümüzü gören. Akşamları koşarak eve dönerim Oscar yemeğini yiyecek gezecek diye... Aslında 1 sene kadar babam gezdirdi akşamları ama sonra bizim minik yaramazın kedileri nasıl kovalayabileceğini bilemeyince babamı düşürdü omzunu kırdı ufaklık... İşte o gün bugündür akşam gezmelerimizde de kavuştuk birbirimize... Birlikte yüzdük... Onunla gezmelere gittik... Doğumgünü partilerine... Bahçelere... Parklara... Hatta Starbucksta kahve içmeye... Ve biz dilerim daha uzun yıllar bunları yapmaya devam edeceğiz... Oscar arada bir hastalanacak ve yüreğimi hop ettirecek, ama biliyorum bu tüy yumağı bana üzüntümde, sevincimde hep eşlik edecek... Onun o kömür gözlerinin taa içinde aydınlanıyor bana dünya... Öyle bir sevgi ki ben kelimelerle tarif edemiyorum... Kelimelerimi tüketiyorum da yetmiyor anlatmama... Doğrusu 20 yıl hayalini kurduğum şeyin bu kadar güçlü bir his olduğunu tahmin dahi edemezdim... Burnuma yanlışlıkla çarpıp kanlar boşaldığında, az kalsın kırıldığında bile durup onun başına bir şey oldu mu diye veya o bir köpek görüp oyun için ona koşarken beni düşürdüğünde, oyundan anlamayan köpeğin ona saldırdığını gördüğüm an bacağımın belimin ağrısını unutup koşarak ona bir şey oldu mu diye bakacak kadar bazen kendimi unutturan bir sevgi... 20 yıl boyunca hayali kurulmuş, her anı ilmek ilmek emekle dokunmuş bir dostluk bizim aramızdaki... Bir Hıdırellez dileğinin gerçekleşmesi benim için Oscar'ın hayatıma gelişi...

İyi ki doğdun Oscar'ım... Benim küçük Prensim... İyi ki 20 yıl bekledim ve sen benim oldun... Nice yılları beraber yaşayalım sen beni hiç bırakma e mi... Nice 3 yıllara can dostum, benim minik tatlı, yakışıklı tüy topağım... Kömür gözlü, kömür burunlu, pamuk oğlum...



Yorumlar

  1. allam ya ne güzel yazmışsın. heyecanlı bir roman gibi okudum. goldenlar güzel olur zaten. ne tatlıymış. sağlığına da bi zararı olmuyo demek ki. ne hoş bi durum yaaa.
    :)

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Her ayrılık bir "Veda"yı hak eder...

Kalplerin Kraliçesi Babaanne oldu... (Bölüm 6)