Kayıtlar

2012 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Kilolarımla savaşmayacağım sevişeceğim...

Resim
AKLIMDA DURACAĞINA MİDEMDE DURSUN CANIM ÇEKTİYSE BÜNYEM İHTİYAÇ DUYUYOR YAZIN ÖLSEM KAPUSKAYA, KEREVİZE, NARA KIŞIN ÖLSEM KARPUZA, KİRAZA, ZEYTİNYAĞLILARA HASRET GİDERİM ZAYIFLIK HASTALIKTIR, MUTSUZLUK GÖSTERGESİDİR ŞİŞMANLAR HEP DAHA GENÇ, SEVİMLİ VE NEŞELİDİR YEMEK DEĞİL, HAREKETSİZLİKTİR KİLO ALDIRAN

Kendi fosforlu hayatı mat kadın...

Resim
Uzun zamandır tiyatro hasreti ile yanıp tutuşuyordum. Koru Rotaractları 8. Geleneksel Düşler Tiyatrosu ile benim bu hasretimi sona erdirirken bir yandan, bir yandan da Şanlıurfa Ceylanpınar Ortaokulu öğrencilerinin Ankara'ya gelme düşünü gerçekleştirecek parayı topladılar ve kapatılması düşünülen Devlet Tiyatrolarına dikkat çektiler. Ne de iyi ettiler.

Sen doğmadan önce kalbime hüzün çöktü...

Resim
Çok çok uzun bir zaman olmuştu beni böylesine derinden etkileyen bir film izlemeyeli... Sen Dünyaya Gelmeden kalbime öyle derin bir hüzün yerleştirdi ki yıllar önce içimde oluşan yaranın kabuğunu kaldırdı, kanattı... 

Ben kraliçenin kızıyım yani her daim prensesim..

Resim
Bugün, dünyaya gelmemin sebebi, varolmam için fedakarlıkların en büyüğünü yapan ve benim için kendinden vazgeçen annemin doğumgünü... Kraliçem iyi ki doğdun, iyi ki bizi doğurdun, iyi ki sen bizim annemiz oldun...

2013 bak şimdiden anlaşalım bana bunlarla gel...

Resim
Az kalsın kıyamet kopuyor dünya bitiyor derken işte bir yıl daha bitiyor... 2012 geçti gitti bile o yüzden kendisiyle hesaplaşmaya kalkmayacağım, ama 2013'e şimdiden söylüyorum "Bak arkadaş adam gibi gel geleceksen, gelirken de elin boş gelme, yoksa bozuşuruz fena olur"...

Bu kadınlar insan olamaz...

Resim
Yani bu kadınlar insansa biz neyiz... Biz insansak bu kadınlar insan olamazlar... Evet evet onlara ne demişlerse doğru demişler bunlar olsa olsa "Victoria'nın Sırrı Melekleri"...

Kıyamet kopmadı... Felaket olmadı... Yaşamaya devam...

Resim
Yaaaa işte oturup bekledik hep beraber ne olacak diye... Ne mi oldu? Mayalılar artık nereye göç ettilerse epey bir gülüp eğlendiler bizle... Hakikaten gidenler oldu di mi ya Şirince'ye ya da Bugarach'a... Neyse onlar da gezmiş oldular. Bir iki tane de Şirince şarabı alıp dönsünler de hani ölüme terk ettikleri dostlarına hediye etsinler belki geri kazanırlar arkadaşlıklarını...Şahsen beni Ankara'da kıyametin ortasında bırakıp, basıp Şirince'ye giden bir tanıdığım, yakınım filan olmadı, olsaydı zaten artık ona yakınım demezdim. "Arkadaş sen nasıl yakınsın, kıyamete geldi mi  uzarsın, haydi bana eyvallah" der onun hayatından çeker giderdim..

Yılın ilk hayal kırıklığı: Pirelli 2013 Takvimi...

Resim
Erkek olmamama ve gayet de "straight" tercihlerim olmasına rağmen her yıl dört gözle şu iki olayı heyecanla,   biraz kıskançlıkla ve   merakla  beklerim...  1. Pirelli 2013 Takvimi  2. Victoria's Secret Yılbaşı Şovu...

Kıyamet gelse de bir kopsak...

Resim
Herkes kilitlenmiş 21 Aralık'ı bekliyor... Neredeyse tüm dünya bizim Şirince'ye ve Fransızların Bugarach'ına akın edecek gibi.... Ya bu kıyamet kopacaksa tüm dünyada kopmayacak mı? Hadi diyelim ki Şirince ve Bugarach'da kopmayacak dünyanın geri kalanındaki sevdiklerimiz ölüp gidince çok mu mutlu yaşayacağız... Aslına bakarsanız kopsa ayrı dert, kopmasa ayrı dert..

Biscolata erkeği bulamadık ama Biscotti yapmayı öğrendik...

Resim
Hani tarihte ilk kez sadece erkeklere özgü olmayan bir ürünü erkeklerle tanıtan o muhteşem marka Biscolata ve Victoria's Secret Mankenlerinin erkek versiyonları olan Biscolata erkekleri var ya... Hani yılbaşı gecelerinin erkeklerin ağzının suyunu akıtan şovuna karşılık biz kadınları reklam aralarına bağlayan o reklam var ya... İşte o erkekler gerçek hayatta rastlanılması zor erkekler... O yüzden onlarla bir şeyler yapamadığımız için bahtımıza Biscotti yapmak düştü...

Yaşasın Mim'lendim...

Resim
Blogum daha çok yeni... O yüzden blog dünyasını ve blog jargonunu yeni yeni tanıyorum... Düzenli olarak takip ettiğim değerli blogger  Deeptone  beni bugün Mim'lemiş... Böylece ilk kez mim'lendim... yaşasın... Aslında uzun zamandır yazılar, şiirler yazan, facebook aleminde komik komik ama tamamen bana ait durumlarla insanları güldürüp, eğlendiren bendenizi blog yazmaya sevgili arkadaşım ve bence çok iyi bir blogger olan Neslihan   teşvik etti. Bu blogu onun sayesinde kurdum diyebilirim. Haliyle bu dünyada yeni biri olarak tam bilemediğim, anlayamadığım şeyleri hemen ona soruyorum. Deeptone'un blogunda "mimlediklerim" diyerek e.g.bayram yazdığını görünce "aman tanrım"dedim ve hemen Neslihan'a haber uçurdum "Nesliciğim Nesliciğim Deeptone beni mimlemiş, ben şimdi napıcam? İyi bir şey mi bu yoksa çok mu kötü?" 

Bu pastalar başka pastalar...

Resim
Bu pastalar yenmiyor... Bu pastaların tadı yok... Bu pastalar kilo yapmıyor... Bu pastalar çok işe yarıyor... İşte size bebekleri olan arkadaşlarınıza, yakınlarına verebileceğiniz en güzel hediye... Bezden Pastalar...

Estrella Epcot'tan... Gökkuşağı renginde bir aşk...

Resim
Aşk aslında rengarenktir... Kimi zaman hayallerin pembesi... Kimi zaman hüznün mavisi... Ve tutkunun kırmızısı... Öfkenin siyahı... İşte 24 Şubat 1994 yılında öğrenci oylarıyla beni üçüncülüğe taşıyan şiirim... Gökkuşağı Bir renk cümbüşü içinde yaşadık aşkı... Sen biraz mavi... Ben biraz pembe... Beyaz yalanlarla bulduk toz pembe mutluluğu... Sevdik birbirimizi ateş kırmızısı aşkla... Buluşurduk seninle gökkuşağında... Ama bir gün geldi... Renkler karıştı, Renkler değişti... Mutluluk artık çok uzaktı... Gri acılarla ağladık omuz omuza... Ve simsiyah bir karanlıkta, Ayrıldık... Kalplerimizde acı... Gözlerimizde korkuyla... 1992, Ankara 

Sofya'da...Yaratıcılık güzel şey...

Resim
Birşeyleri hayal edip, sonra o hayalleri gerçekleştirip, ortaya bir ürün koymak, yani bir tür yaratmak güzel şey...Sofya gezimden aklımda kalan izlenimlerin başında bu geliyor... Yaklaşık 2 hafta önce iş için Sofya'ya gitmiştim. Her yurtdışı seyahatimde olduğu gibi bu sefer de minik yeğenime ilerde "Teyzem de bunu bana Sofya'dan getirmiş" diyeceği bir hediye aramaya koyuldum boş zamanımda. Ama ne kadar zorlandım anlatamam.

Minik kalp uçtu uçtu... Yalnız kovboyun atına kondu...

Resim
Hayat tesadüflerden ibarettir... Ve aşk tesadüfleri, tesadüfler de bizi sever...  Minik kalp tüm yaralarını sarmış, geçmişi bir daha dönmemek üzere unutmuş, hayatın doya doya yaşamaya değer olduğunu anlamış... O yüzden her anının tadını doya doya çıkarmaya çalışan ve yeniden heyecanla çarpan, hayatta sahip olduklarıyla mutlu mutlu uçan minik kalp, bir gün yanlışlıkla gitmiş yalnız bir kovboyun atına konmuş. Kovboyu hiç tanımıyormuş, kendisini yanlış anlamamasını istediği için kovboyun omzuna dokunmuş demiş ki "çok özür dilerim ben uçtum uçtum uçtum derken yoruldum, gelip buraya kondum"... Yalnızlıktan sıkılmış olacak kovboyun pek hoşuna gitmiş yanıbaşına konan bu minik kalp.

Yıldız bahçesi...

Resim
Yıllarca gizlenmiş duyguları, takma bir isimle paylaşmak...Bayan Estrella Epcot'u takdimimdir... Yıllar evvel çocukluk ve genç kızlık dönemimde tüm duygu ve düşüncelerimi şiirle dile getirirdim. Ama çocukluk işte en güzel defterleri alıp, özenle yazdığım şiirlerimi kimselere göstermez, sır gibi saklardım. O zamanlar en sevdiğim sanatçı Aydan Şener'di, üzerinde onun resminin olduğu bir defter almış ve şiirlerimi o deftere yazmaya başlamıştım. Bir gün "gizli şiir defteri"mi oturma odasındaki masanın üzerinde unutmuşum. Canım annem günlüklerimi, defterlerimi ortada da bıraksam karıştırmazdı hiç. Çoğu annede rastlanmayacak şekilde "özel hayatıma" saygısı vardı annemin. Amma ve lakin biricik dayım görüvermiş benim gizli mabedi. Anneme ısrar etmiş okuyalım diye. Annem ne kadar karşı çıksa da meraklarına yenilmişler nihayetinde ve o gizli duygular dökülmüş ortaya. Dayım tüm şiirleri benim yazdığıma inanamamış. O zamanlar 10 yaşlarımdaydım . O yaşlardaki bir ç

Ben ona saflığın günlüğünü yazarken, o bana adiliğin kitabını okuttu...

Resim
Kim olduğu, ne zaman hayatıma girdiği ve hayatımdan nasıl gittiğinin aslında hiç önemi yok, önemli olan tek şey giderken götürdükleri... Onunla birlikte güven, inanç, aşk ve mutluluk terketti evi... Zamanla geri gelebilirler miydi? Çoktan gitmişti aşk kalpten, yokluğuna alışmış, küstüğü hayatla yalnız başına barışmıştı. Tek başına olmak, her şeyi yalnız yaşamak sadece dostlarla birarada olmak yeter olmuştu. Büyük savaşlardan çıkmış bir kalpti, o yüzden etrafına kocaman surlar örmüş, kendini sıkı sıkıya bir korumaya almıştı. Duvarları aşmaya çalışanları var gücüyle püskürtüyor, kimsenin yeniden tam da ortasına gelip kurulmasına izin vermiyordu. Ama işte savaşı kazandığınızı düşündüğünüz an garip bir rahatlığa kapılırsınız ya, hani en zayıf anıdır o savaşçıların... Tıpkı savaşı kazandıklarını düşünen ve rehavete kapılan Truvalıları bir atın içine saklanan Akhalı askerlerin en zayıf anlarında  yakalayıp yenmeleri gibi, o da minik yaralı kalbin tam kapısında beklermiş meğer.

Bir küçük cadı...

Resim
Kardeşlik dünyanın en özel bağı... Aynı anneden ve babadan dünyaya geldiğinizde doğal olarak kurulan bu bağı bazen de ayrı anne ayrı babadan dünyaya gelmiş olsanız bile yaşamınızdaki yerleriyle, hayatınızda özel kabul ettiğiniz dostlarınızla kurarsınız ve buna sahip olabilmek öyle çok da rastlanır şanslardan değildir... Sene 1982, günlerden yine 8 Aralık... Orada olmadığım için tam bilemiyorum ama o kadar eminim ki çok güçlü bir sesle dünyaya merhaba dediğine o gün doğan o minik bebeğin, hayata yumuk yumuk beyaz elleriyle el sallayarak hatta belki de baş parmağını havaya kaldırıp "görürsün hayat bak sana neler edeceğim" diyerek ilk nefesini aldığına..

Evim Sensin vs A Moment to Remember...

Resim
                          vs. Her şeyin olduğu gibi filmlerin de orijinali güzeldir diye bir genelleme yapıp Evim Sensin'i eleştirmeden önce A Moment to Remember'ı izlemem gerekiyordu. Ama keşke izlemeseymişim canım çıktı ağlamaktan... Vizyona girer girmez bir arkadaşımın isteği üzerine babasının avm'den kazandığı iki kişilik biletle Evim Sensin'e gittik. Filmden çıktığımızda Merve "İyi ki de bilete para vermedik di mi Elif" diyordu.  Yani illa bu filmi izleyeceğim diyorsanız ve izleyeceğiniz filmin de illa Türkçe olması ve Özcan Deniz ve Fahriye Evcen ikilisini izlemek gibi bir takıntınız yoksa tavsiyem filmin orijinali olan Güney Kore yapımını izlemenizdir. İki filmi kıyaslayınca Türk versiyonunun sadece filmin ilk sahnelerinde yer alan mevsim geçişlerine dair sahnesinde daha başarılı olduğunu söylemem mümkün. Onun dışında aile içindeki yakın bağ Türk versiyonunda daha fazla işlenmiş o yüzden bizlere daha sıcak gelebilir, ama sonuçta G

Blues geceleri...

Resim
2 Kasım'da başlayan Efes Pilsen Blues Festivali 8 Aralık'da sona eriyor... 20 şehirde 24 konser verecek ekip sizin şehrinizi de ziyaret ediyorsa hiç durmayın. gidip bir "Hoşgeldiniz" deyin bence... Kuzenlerim ve sevgili arkadaşlarımız Evren ve Kerem ile bu sene kış sezonumuzu etkinliklerle dolu dolu geçirmeye karar verdik. Eeee ne de olsa ayı, kurbağa, kaplumbağa veya köpek balığı olmadığımız için kış uykusuna ihtiyacımız olmadığına göre dolu dolu bir kış geçirmek, bu karanlık ve soğuk Ankara günlerini de eğlenceli kılacaktır diye düşündük. Ne iyi düşünmüşüz... Dün akşam yine muhteşem bir organizasyonda biraraya geldik. Aslında galiba güzel organizasyonları birlikte eğlenmeyi iyi beceren ekibimizle muhteşem hale getiriyoruz. Bazen bize dışarıdan bir insan gözüyle bakıyorum da, şükürler olsun diyorum, yalansız, dolansız, yapmacıksız birarada olabilen, mutlulukları birlikte yaşayabilen, üzüntülere karşı birlikte durabilen ve beraber olmaktan zevk alıp, hayatı e

Gökten sarışın ajan düştü başıma...

Resim
Sarışın James Bond olmaz dediler... Oldu hem de içim bir hoş oldu... Daniel Craig, 007 James Bond rolünü Pierce Brosnan'dan devraldığında herkes sarışın James Bond mu olur diye eleştirmişti. Daniel Craig'in yeni James Bond olduğunun resmen açıklandığı 2005 yılından bu yana 7 yılı ve 3 filmi geride bırakmış bulunuyoruz. Ben o zaman neden olmasın diyordum şimdi iyi ki olmuş diyorum. Çok iyi olmuş, belki yaşına hürmeten hala onu en iyi kabul edenler olsa da iddia ediyorum Sean Connery'den bile iyi bir James Bond, Daniel Craig. James Bond bir kez daha Türkiye'de...  Casino Royale, Quantum of Solace'den sonra şimdi de Skyfall'la karşımızda 44 yaşındaki İngiliz aktör.  James Bond'un sinemedaki 50. yılının olması yanı sıra biz Türk sinemaseverler için filmin ayrı bir önemi daha var. Filmin bir bölümü ülkemizde geçiyor. Bu James Bond için bir ilk değil daha önce Sean Connery'li Rusya'dan Sevgilerle ve Pierce Brosnan'lı Dünya Yetmez'de de

Diyet derdi beni gerdi...

Resim
Herkes kış aylarında kilo alırken benim yazları kilo almam trajik bir kabus olabilir mi? Ya da 1 kilo vermek için haftaya ihtiyacım varken aynı kiloyu almak için sadece 1-2 saatin bana yetmesi bu genetik bir trajedi olabilir mi? Diyet veya rejim derdi beni geriyor... Geçen yıl bir kaç ay içinde 10 kiloyu alınca eyvah dedim neler oluyor? Aslında neler olduğu gayet açık ortadaydı. Sporu bırakmış, spor yaparken ne yiyorsam yemeye devam ediyordum. Kilo almak istiyorsanız işte işin sırrı da burada; yaktığınızdan fazlasını yiyin bakın nasıl güzel geliyor size gram gram damlayarak göl olan kilolar. Vallahi öyle hızlı alırsınız ki benim gibi bir bakmışsınız poponuz Nasreddin Hocanın kazanına dönmüş, göbeğiniz Karadeniz tulumu olmuş hani batır üstüne düdük, öttür, Karadenizlileri tutamazsın horon etmeye başlarlar...Bu kilo almak bir tek işe yarıyor o da küçük memelilerin memesi istedikleri boya  ancak kilo aldıkları zaman geliyor. Tabii bunun için önce vücudun geri kalan bölgelerinin de

İçindeyim nasılsa...İçindesin nasılsa...

Resim
Uzun zamandır tek bir şeyi hayal ediyordum... Fonda klasik müzik çalacak ve oturduğum yerden inanılmaz güzel bir manzarayı izleyecektim...Evet hayallerim gerçek oldu... Tek bir farkla ben açık havada bir manzara hayal etmiştim...Meğer ne sınırlı bir hayal gücüm varmış... Ankara'da Ocak ayında sona erecek bir sergi CerModern'de devam ediyor. Epeydir gitmeyi planlıyordum nihayet geçtiğimiz hafta sonu gidebildik. Evet evet "Çerçeve yok içindesin" sloganıyla tanıtımı yapılan Van Gogh Alive sergisinden söz ediyorum. Tabloları, klasik müziği ve farklı deneyimleri seviyorsanız işte size doğru adres. Sıradışı bir sergi Van Gogh Alive. Sergideki eserleri görmek için gezmeniz gerekmiyor, tablolar geziyor siz onları oturduğunuz yerden izliyorsunuz. Nasıl mı?

O benim yıkılmaz dağım, tek kralım...

Resim
Bundan tam 64 yıl önce Trabzon'un Trabzon'dan bağımsız ilçesi Of'un, her mahallesinin adını İstanbul'un semtlerinden alan Zisino Köyünde (bugünkü adıyla Bölümlü Köyü) bir erkek çocuğu ilk nefesini aldı ve dünyaya ağlayarak bir merhaba dedi hepimiz gibi... O bebek büyüdü, henüz ilkokuldayken Ankara'ya geldi ailesiyle... Okudu, oynadı büyüdü... Sporla doldu hayatı döneminin en iyi kalecilerindendi. Futbolda olduğu kadar, basketbolda, voleybolda ve hatta çok da bilinmeyen hentbolda da mücadele etti sahalarda. Derken avukat oldu ve yine kendisi gibi avukat olan bir Of'lu kızla evlendiler... Aradan 2 yıl geçtiğinde 17 Şubat 1978'de dünyaya sarışın bir bebek merhaba dedi bu kez ve o bebekle o artık bir "Baba" oldu...Minik bebeğe gözü gibi bakıyordu.  2 yıl sonra 2.kez baba olduğunda tüm dünyası kızlarıydı... Onların hastalanmasına kızar, herkesten, her türlü kötülükten onları korumak için kendini parçalardı.

Bahçesinde oyunlar oynadığım Ata'm...

Resim
Komşumuzdu bizim o... Camdan baktığımda dedemin "ebedi evi" dediği o kocaman sütunlu ikametgahını görürdüm.. Oraya her baktığımda bir huzur kaplardı içimi, kendimi güvende, evimde hissederdim... Küçük bir kızken kızkardeşimle birlikte, anneannem, dedem, teyzem ve dayımın yanında geçirirdik yazlarımızı. Aslında bizim de evimiz Ankara'daydı ama annem çalıştığı için bizim onlarda kalmamız herkes için büyük bir rahatlık olurdu. Sokaklarda oynamaktansa lojmanın güvenli bahçesinde koştururduk. Ama bazı özel günlerde, karşıda bana her zaman  o güven veren "ev"in bahçesine giderdik. O'nun evine giderdik... Upuzun bir yoldan yürürdük yanına... Aslanların sırtına binerdik kardeşimle... Dedem hep sevgiyle anlatırdı O'nu bize... Anneannem de hikayeler sıralardı yol boyunca... Sonra kocaman bir meydana gelirdik, koşardık doya doya... Sesimiz yankılanırdı bazen o sütunların arasında... Merdivenlerden çıkarken zorlanırdık o kısacık bacaklarımızla ama hiç yoru

Bir inek sevdim...

Resim
Aslında genel olarak hayvanları çok severim ama bana sevmediğim bir tür var mı diye sorduklarında ilk üç sırayı güvercin, inek ve koyun alırdı... Ta ki Fransa'daki fuara katılana kadar... Herkese komik gelir benim bu sevmediğim türler listem... Gerekçem ise şudur aslında, ben bu üç türü de nedense aptal bulurum. Galiba inek ve koyun sürekli otlayıp geviş getirdikleri için, güvercinler de sürekli ortalığı pislettikleri için aptallık sıralamasında ilk üçe yerleşmiştir bende. İnsanların aptalına tahammülüm olmadığı gibi, hayvanların da aptallarını sevmiyorum işte, yapacak bir şey yok.  Tam da bu yüzden Fransa'nın en büyük etçil ırklara yönelik fuarına katılacağımızı duyduğumda "Eyvah!" dedim kendi kendime, "ne yapacağım onca ineğin arasında?" Sommet de l'elevage, Fransa'nın Auvergne bölgesinin Puy de Dome departmanının başkenti Clermont-Ferrand'da her yıl 3-5 Ekim tarihleri arasında düzenlenen bir hayvancılık fuarı. Öyle büyük bir fua

Boğazımda hiç gitmeyen bir düğüm...

Resim
Hayat insana bazen der ki; sen çok küçüksün bu evrende ve dersler verir anlar çok önemlidir diye... Bundan tam 4 yıl önceydi... İş yerinde masamda oturmuş çalışıyordum... Elim bir an telefona gitti Barış Badi'ye geldim rehberde o kadar çok sesini duymak istemiştim ki... Ama sonra elimdeki işi bitireyim de rahat rahat konuşalım diye düşündüm, hatta iş çıkışı ararım o da dersten çıkmış olur uzun uzun konuşuruz... Saçma sapan bir düşünceyle ertelediğim o konuşma hiç olmadı...

Kanatlı ya havalı...

Resim
İşim nedeniyle çok sık seyahat ediyorum ve çoğunlukla seyahatlerim uçak ile oluyor. O kapalı tüp gibi aletin içine girdiğimde ise her seferinde şunu düşünüyorum : KANATLI YA HAVALI... Yolcu için aslında sadece uzağı yakın eder...Yoksa ritüelleri bir gariptir uçağa binmenin... Öyle uçağa rutin hareketlerle binemezsiniz. Raconu, ritüeli bir ayrıdır. Otobüse 5 dakika kala otogara gidersiniz de havaalanına VİP bile olsanız bagajınız varsa en geç 30 dakika önce gitmelisinizdir (Bagaj yoksa o zaman 15 dakika sizi kuratırır.). Yoksa uçak kapanır bagajınızı alamazlar...

Kırık kalpler... Kayıp Ruhlar...

Resim
Adem ile Havva'dan kalan aşk... O zamanlar da yalan mıydı acaba şimdilerde olduğu gibi... Yoksa bir elmayla cennetten atılmaya değer bir günah mıydı... Sahi aşk neydi, şimdi ne oldu?  Uzun zamandır soruyorum bu soruyu kendime... Benim için aşkın tüm hallerini en iyi anlatan yazı Can Dündar'ın bir sevgililer günü için yazdığı "Eğer"dir... Aşkın cevabıdır bu yazı... Eğer size biri bunları hissettiriyorsa işte o kişiye sıkı sıkı sarılın, sakın bırakmayın onu. Çünkü hava gibi su gibi yaşamsal ama çok zor bulunacak bir şeye sahipsiniz demektir.

Çalışmak özgürleştirir mi?

Resim
"Arbeit macht frei" yani "Çalışmak özgürleştirir"... Münih'in yakınlarındaki Dachau Nazi Toplama Kampı'nın kapısında bu cümleyi okuduğumdan beri soruyorum kendime "Çalışmak özgürleştirir mi?"... Ne ironi değil mi Nazi Almanyasının açtığı ilk toplama kampının yani Dachau'nun kapısında yazan bu cümle, sonrasında açılan tüm kampların da kapısında yazıyormuş. Yahudiler ve hatta Türkler bu kamplara "toplanırken" çalışarak özgürleşeceklerini zannediyorlarmış.

Siyah gündüzlerin ışıltısı...

Resim
Beyaz geceleri ile ünlü St.Petersburg'un siyah gündüzleri de görülmeye değer..Moskova'yı 4 bölüme ayırabiliriz eski, yeni, gökdelenli moder ve arka sokaklar diye. Ama eski adıyla Lenin'in şehrine bunu söyleyebiliri miyim bilemiyorum. Şehrin eski yapıları korunmuş, neredeyse yeni hiçbir bina yok. Yeni binalar da eski mimariye uygun yapılmış, öyle ekstra kat çıkmalar, gökdelenlerle şehrin siluetini değiştirmeler filan yok... Size tavsiyem, St.Petersburg'a Moskova'dan, hem de yataklı trenle gidin. Hayatınızın en zevkli yolculuğunu yapacaksınız. Biz yılbaşı arefesinde yaptık seyahatimizi. Dışarıda -30'lara varan soğukta yol alırken trenimizden buzlar sarkıyordu ama içerisi bir ana kucağı kadar sıcacıktı. Hatta biraz kalın giyinmiş ter içinde kalmıştık. Sohbet, yemek ve içmek ile vaktin nasıl geçtiğini anlamıyor, yorulunca da mışıl mışıl uyuyorsunuz. Kutup Ekspresi filmindeki gibi kondüktörler gelip biletinizi kontrol ediyorlar. Kapınızı çalan pos bıyıklı bir ko

Kar'ın Başkenti...

Resim
Eylül ayının ortasına geldik bile... Sonbahar o serin yüzünü göstermeye başladı, önümüz kış... Bir kış çocuğu olmamam rağmen kıştan, kardan, soğuktan hiç hazzetmem daha doğrusu hazzetmem sanırdım. Meğer benim kışla değil, kışı eziyetli yaşamaktan şikayetim varmış, hoşlanmadığım ise Ankara'nın sıfır altyapısı yüzünden karlı, buzlu, çamurlu yollarda işkenceye varan okula, işe ulaşım daha doğrusu ulaşamama maceralarıymış, nedense evimiz dışında bir türlü ısıtılamayan binalarda kalın kalın, üstüste giyinmekmiş beni bunaltan.. Bunu Moskova'yı ve St.Petersburg'u üstelik de karın, kışın en yoğun yaşandığı Aralık ve Ocak aylarında ziyaretimle anlamış bulunuyorum.  Gerçekten de buzlar ülkesine dönüyor Aralık ve Ocak'ta Rusya.. Ama masalsı, rüya gibi binalarının, heykellerin, yılbaşı süslemelerinin soğuktan donacağım galiba dediğiniz anda bile büyüsüne kapılıveriyorsunuz.

Hepimiz kendi hayatlarımızın başrolündeyiz...

Resim
Pek çok insan hayatın kendi seçimlerinden oluştuğunu adeta kendi hikayelerinin yazarı olduklarını düşünür, buna inanırlar. Oysa hayat dediğimiz şey zaten bizim dışımızda varolan bir çok unsurdan oluşur ve bu nedenle de senaryoyu yazan kalem bizim elimizde değildir. Biz farkında olmasak da aslında sadece o senaryonun basit sıradan bir oyuncusuyuzdur. Tek başrolümüz ise kendi hayatımızın başrolüdür. Diğer tüm hayatların ise ya yardımcı oyuncusu ya da figüranıyız. Bir arkadaşım hayatımızın seçimlerimiz olduğunu söylerdi. Israrla ve sabırla ona çoğunlukla başkalarının seçimlerini yaşamak zorunda bırakıldığımızı anlatmaya çalışırdım.   Dünyaya gelişimiz bile öyle değil midir? Hangimizin seçimidir dünyaya gelmek? Pek çoğumuz demez miyiz canımızı sıkan şeylerde bana mı sordular dünyaya getirirken diye. Çoğumuzun anne ve babası istediği için dünyaya merhaba  demişizdir, kimisinin anne ve babası dahi istememiştir, kaza kurşunudur hayatları. Hangi ülkede, hangi anne ve babanın çocuğu ol

İlk nefes...

Resim
Hayat bir sürü anlardan ibaret... Kimi birbirinin tekrarı ama hepsi farklı... Her an tekrar yaşanabilir aynı an olmasa da. Defalarca aşık olabilirsiniz mesela farklı farklı kişilere olsa da... Ya da bir çok kez düşebilirsiniz farklı yerlere olsa da... Ama hayatta öyle anlar var ki bir tekrarı olmaz, olamaz anlar onlar... Ve öyle anlara şahit olduğunuzda hayatınızda bir kez daha yaşamanız neredeyse imkansız olan en önemli tecrübelerinden birini yaşamış oluyorsunuz. Henüz 34 yılı geride bırakmış biri olarak geçmişe dönüp baktığımda iki elimin parmaklarını geçmeyecek sayıda sözünü ettiğim gibi anları yaşadığımı söyleyebilirim, ki ben bu konuda şanslı insanlardanım. Ama hiç kuşkusuz bu sene yaşadığım o en özel an listemde 1 numarada uzunca bir süre yer alacak..

Zenginlik...Mutluluk...Kendin olmak...

Resim
Hani derler ya milyonların olsa da anlamı yoktur sağlığın olmasa... Aslında sağlığın da olsa onun da anlamı yoktur paylaşacağın kimsen yoksa... Şu hayatta mutsuzlukların en başında yalnızlık gelir bence... Bu akşam öyle bir masada oturdum ve etrafıma baktım ki orada benim için anlamı olan herkes (belki bazı eksikler vardı ama) bir aradaydı. Sadece onlara bakmak bile içimi öyle büyük bir mutlulukla dolduruyor ki işte huzur ve zenginlik diyorum her seferinde. Onlar bu dünyada nefes almaya devam ettikçe ben asla ama asla yalnız kalmayacağım. Biricik kardeşim, yeğenim, kuzenlerim; ailem..

Kalbe değen patiler...

Resim
Eğer kalbinize bir köpeğin patisi değmemişse karşılıksız ve saf sevgiyi hiç yaşamamışsınız demektir.. Gözlerinizin içine öyle bir bakarlar ki taa kalbinize ulaşır sevgileri. Asla öyle sevilmemiş olacaksınız işte bu andan sonra, hiçbir kimse öyle bakamayacaktır gözlerinize. Ve bir arkadaşımın dediği gibi herkes gelip gidecektir ama o hep kalacaktır yanınızda ta ki ölene değin...

hmm kafam çok güzelmiş güle güle kullanalım...

Resim
Uzun zamandır planladığın bir şeyi yapmaya başladığında için inanılmaz büyük bir heyecanla dolarken, duyguların hatta şu anda klavyenin üzerinde gezinen parmakların karmakarışık olabiliyormuş... Niye buradayım.. Galiba önce onunla başlamalıyım... Bende öyle garip bir beyin var ki sürekli olarak düşünüyor, uykudayken bile sadece rüya görmüyor bir yandan şarkı söylüyor, bir yandan müzik dinliyor bu ikisini bilerek ayrı yazdım çünkü söylediği şarkılarla dinledikleri başka başka oluyor çoğu zaman, sürekli olarak da düşündüğü ve yaptığı şeyleri başkalarıyla paylaşmak istiyor. Çünkü kendi kendisiyle ve dostlarıyla çok eğleniyor.. İstiyor ki herkes bu cümbüşe ortak olsun... Artık sanal alemin diğer tüm kanalları yetersiz gelmeye başladığında da ne yapsam diye çare aramaya başladı ve tabii ki çok zorlanmadı ilacını bulmakta...işte non-stop çalışan beyin artık burada yayında...üstelik kafası da  hep güzel... güle güle kullanalım hep beraber... herkese MERHABA...